"BASIN BAYRAMI" GÜNÜNDE YAPILAN TEHDİTLER !?

 "BASIN BAYRAMI" GÜNÜNDE YAPILAN TEHDİTLER !?

Tam da 1908 yılında "Basında Sansürün Kaldırıldığı" gün olan '24 Temmuz 2024 Basın Bayramı'nın 116'ncı Yılının' kutlanacağı günün bir gün öncesinde; uzun zamandır iktidarda mı, yoksa muhalefette mi olduğu bir türlü belli olmayan bir partinin genel başkanı çıkıp, elindeki kara kaplı bir dosyayı sallayarak; "Partimize sürekli saldıran Gazeteci, Siyasetçi, Hukukçu ve Akademisyenlerden 154 kişinin tespitini yaptık, dosya elimde duruyor!.. Sırası geldiğinde bunun hesabı kendilerinden sorulacaktır!.." dedikten sonra, kara kaplı dosyayı kapatıp, ekliyordu; "Tabii ki bu hesap, hukuk çerçevesinde sorulacaktır!" diye de ekliyor, aynı düşünceye sahip partilileri de onu çılgınca alkışlıyorlardı!..

Çok gariptir ama, basındaki bu 'Sansür Yasasını' kim kaldırmıştı biliyor musunuz? Osmanlı Devletini 33 yıl demir yumrukla yöneten; halkının, memurlarının ve subaylarının arasına binlerce 'casus' yerleştirerek, her ihbar sonucu yakalananları işkencelerle, sürgünlerle, idamlarla cezalandıran Padişah II. Abdülhamit idi !.. 1909 yılında bu yaptığı zalimlikler sonucunda tahttan indirilmeden bir yıl önce; "Kanunu Esasî'yi yürürlüğe koyarak, "II. Meşrutiyeti" tekrar ilân etmiş,  -gönüllü değil de, zorunlu olarak- bu 'Sansür Yasasını' imzalamak mecburiyetinde kalmış, ama bu da tahtını kurtarmaya yetmemişti!.. Bu olay sonrası 'İttihat ve Terakki Cemiyeti' çok güçlenmiş, bütün devleti onlar yönetir olmuş, gerici çevreler de bu gelişmeyi hiç hazmedememişlerdi!.. Sürekli gelişen ve yenilenen Avrupa ile içerideki 'Yenilikçiler' buna sebep olmuşlardı...

O meşhur "31 Mart 1909" ayaklanması sırasında, Nazım Paşa ile birçok yenilikçi genç subay, gazeteci, siyasetçi ve memurlar katledilmiş, II. Abdülhamit ayaklananların isteklerini kabul etmiş olsa da, hemen yola çıkarılan 'Hareket Ordusu' İstanbul'a gelmiş, isyanı bastırmış, suçluları ağır şekilde cezalandırmış, II. Abdülhamit'i de tahttan indirip, ailesiyle birlikte Selânik'e sürmüş, yerine de tahta 65 yaşındaki 'V. Mehmet (Sultan Reşat)' getirilmişti!..

Yani, bizim tarihimiz birçok baskıcı ve gazeteci düşmanı yöneticilerle doludur!.. 1905 yılından bugüne kadar geçen 119 yılda, tam 81 tane ünlü gazetecimiz katledilmiştir!.. Yani, böyle baskılar-tehditler bizim meslektaşlarımıza vız gelir, tırıs gider!.. Görevlerine her dönem aynen devam etmişler ve bugünlere gelmişlerdir!.. Siz hiç, bu baskı ve tehditler sonucu bir tek gazetecinin görevini terk ettiğini duydunuz mu!? Umarım bu gerçek, yeni baskıcılara bir ders olur da, bu Ortaçağ kafalarından bir an önce vazgeçer, Demokrasinin gereğini yaparlar!..

Kimse unutmasın ki; bu hiç hoş olmayan, herkesin öfkesini tavana çıkaran kaba baskılar bir gün biter!.. O siyasiler sahneden silinir giderler, geride ise, yazdıkları ve ortaya çıkardıkları gerçeklerle yine 'Gerçek Gazeteciler' bu gök kubbe altında bakî kalırlar!.. Beyhude ve boş siyasi sözler buz üstüne yazı yazmaya benzer; güneş çıkınca erir ve silinir giderler, ama gazete sayfaları ebediyen birer tarihi belge, birer kanıt olarak yeni nesillere ulaşırlar...

Bugün de yazımızı bir Nasrettin Hoca fıkrasıyla bitirelim bari, bu konuya iyi gider:

Nasrettin Hoca bir gün namaz sonrası köy kahvesine gider... İçeride oturan köylüleri yine Hoca'ya sürtünmek için; "Yahu Hocam, bize hiç düşünmeden, ama çok inandırıcı bir yalan söyleyebilir misin?" deyince, Nasrettin Hoca bir ah çekip, çayından bir yudum alıp; "Siz benimle yine kafa bulmaya çalışıyorsunuz ama, biraz önce benim babam öldü, cebimde de beş kuruşum yok, cenazeyi nasıl kaldıracağımı, ne yapacağımı düşünüp duruyorum!?" demiş...

Köylüler bunu duyunca çok üzülüp, yaptıklarına pişman olmuşlar... Hemen kendi aralarında fısıldaşıp, bir mendil içine para toplamış, Hoca'ya teslim etmişler... Hoca parayı alırken; "Ben bunu borç olarak kabul ediyorum ama" deyip, hızla kahveden uzaklaşmış... Köylüler camiden verilecek salâyı beklerken, Nasrettin Hoca'nın babası tespih çeke çeke kahveye gelip, bunlara selam verip de oturmaz mı!? Hepsi de Hoca'nın ne kadar zeki ve uğraşılmaz biri olduğunu yine kabul etmek zorunda kalmışlar...                    Sakin KOŞAR...

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI