Her yerleşim yeri gibi, bizim köyümüz Bozüyük'ün de çok parladığı bir dönem vardı, biz onu çocukluğumuz ve gençliğimizde dolu dolu yaşadık, şimdi de yazıyoruz... Gelin bugün bir hayal kuralım, günümüz teknoloji harikası bir "DRONA" binip, o muhteşem 1960'lı ve 1970'li yılları yukarıdan gezerek, o harika anılara bir geri dönelim mi, haa !? Peki, tamam...
Şimdilerde düğünlerimizi yaptığımız bir salon ve bir çocuk parkı olan, yüzlerce yıllık o devasa 'Menengiç Ağacı' etrafında kurulan "Bozüyük Hayvan Pazarı" ile köy meydanındaki; "Muhtarlık Binası, Ağaların Kahvesi, Cipçi Süleyman (Çakmak) Kahvesi, Mavolların Kahvesi, Beçinoğlu Mustafa Bakkaliyesi, Gırobalı Mehmet Bakkaliyesi, Küçük İsmail Fırını, Kâtip Şükrü ve Cipçi Halil (Karaman) Bakkaliyeleri ile çevrili, tam ortalarında iki devasa Çınar ve bir Dut ağacının olduğu meydana kurulan sebze-meyve-giyim-ayakkabı pazarı yer alırdı... Bu alanda berberler, terziler, ayakkabı tamircileri, demirciler, lokantalar, dondurmacılar, 'Manifaturacı Yavsalı Mehmet (Günay), Manifaturacı İbrahim (Kızıldağ) sergileri de mevcuttu...
Devasa Dut ağacı altına, Muğla'dan her hafta daima Cumartesi ve Pazar günleri köye gelen uzun boylu "Pabuççu Şükrü" ve çok şişman olan "Pabuççu Ali" sergilerini açarlardı... Birbirlerini pek sevmezlerdi ama, hiç ayrılmazlardı da... Kahvelerin önünde saat tamircileri, Sağlık Memuru sünnetçiler, dişçiler, seyyar berberler... tezgâhlarını açar, zamanın sağlık sorunları onlardan sorulurdu... Bir tane Bozarmutlu Doktorumuz gelirdi; maşallah, küçücük çantası içinde hemen her hastalığın ilâçları bulunur, özellikle yaşlılara şifa dağıtır, yolunu da bulur giderdi !.. Mavolların Kahvesi önündeki Çınar ağacı altına Muğla ve Yatağan'dan dondurmacılar sıralanır, en başta Muğlalı Karcı Kel Seyfi, Yatağan'dan Çekmeli Dayı ile Gazozcu Mehmet, oranın daimi esnaflarıydılar!.. Sonradan bizim köyden 'Karcı Mehmet (Dal)' da bu esnaflara dahil oldu... ( O yıllarda ne kadar da Mehmet ismi varmış yahu !? )
Daha Cumartesi gününden itibaren gelmeye başlayan bu Esnaflar ve Hayvan Pazarı Celepleri, köy sokaklarını doldurmaya başlarlardı... Celepler, birbirlerinin ellerini yakalayıp, mallarını birbirlerine satmak için ne kadar el ve kollarını sallasalar da, o gün hiç alışveriş yapamazlar; ne zaman ki Pazar yerlerindeki Gırobalı Memet, Aşçı Hallibram, Fırıncı Kâzım (Bencik) ve Aşçı Nail (Yüksel)'in lokantalarında kavurma ile köfte eşliğinde birkaç duble Rakı içtikten sonra alışverişler sonlanır, birbirlerine 'Aldım Gitti-Verdim Gitti, Hayırlı Olsun!' diyerek ellerini öyle bırakırlardı!.. Bazıları da hızlarını alamaz, o gece Pınarbaşı'na gidip, eksik kalanı orada tamamlar, gecenin bir vakti sallana sallana Zeybeklerin Oteli'ne gelip yatarlardı!..
Bunların içinde en ilginç olan esnaf, çok şişman olan 'Pabuççu Ali' idi... Her Cumartesi akşamı, çok iyi dostu olan Gırobalı Memet lokantasına gelir, (Belki ucuza getirmek için) sadece 'Kuru Fasulye' ile tırtırlı şişelerdeki bir '70'lik Rakıyı' bitirir, sonra gidip, Dut ağacı altındaki sergisinin üzerindeki muşamba altına yatar, sabahlara kadar orada 'cayır cayır yellenir', çevre evlerde oturan komşularını rahatsız eder, ama en yakınında evi olan 'Cambaz Ömer' amca, 'Cinazların Hacı İsmail' amca ve 'Gırobalı Memet' dayım olmak üzere, ona kimse bir şey demez, artık alıştıkları için, sadece bu işe gülüp geçerlerdi !..
Beçinoğlu Bakkaliyesi bitişiğinde hayvan kesilen bir 'Ganare' vardı; bizim Kasap Sabahattin, Yatağanlı Kasap Osman, Kasap Halilibrahim, Bayırlı Koca Kasap; burada her hafta 30-40 oğlak keser, derilerini de Muğla'dan gelen 'Zeybek Oteli-Zeybek Sineması' sahibi Şükrü Zeybek toplar, Tabakhanesine götürürdü!.. Çevreden gelenlerle dolup taşan Bozüyük Pazarı, civarın en büyüğü ve en kalabalık pazarıydı!.. Gırobalı Memet her Pazar sabahı, koca bir erkeçten harika bir 'Muğla Kebabı' yapar, ilk müşterisi de hep köyün ağalarından 'Ömer Ağa' olur; oradaki fırından yeni çıkmış pide ile en az iki porsiyon kebabı yiyip, Gırobalı Dayıma dualar ederek giderdi!.. Eskihisar'dan 'Arabacı Dayı' macun getirir, 'bunu yiyenin sınıfı geçeceğine' inandırdığı öğrenciler, erkenden macunlarını kapışırlardı !.. Leyne ve Gibye'den zeytinyağı satanlar gelir, birer litrelik şişelerle alabilenler, bir hafta onu yetirmeye çalışırlardı, çünkü çok pahalıydı!.. O yıllarda Manav Osman'ın getirdiği Marmaris domatesi lezzetini, bugün bile hâlâ unutamıyoruz; daha sonra o güzel yerini Ankaralılara satıp, adı da 'Osman Ağa' ya çıkmış, üç-beş yıl sonra 'Ağalık' bitmiş, Ankaralıların yanına, kendi sattığı arsasında 'Bahçıvan' olarak işe girmek zorunda kalmıştı, bunu da hiç aklımızdan çıkarmayız!..
Daha anlatacağım neler vardı neler, ama bize ayrılan arsamız yine bitti !.. İleride kaldığımız yerden gene devam edeceğiz, şimdilik işi tadında bırakalım bari... Sakin KOŞAR...