Uzun zamandır ara verdiğimiz 'özel-güzel-aykırı' şiirlere bugün biraz yer verelim de, yarın yine kalkıp da beni ruhsuzlukla, duygusuzlukla suçlayıp, 'Susam Çuvalı Gibi' oturduğu yerden köşe yazarı geçinen adamlardan biri zannetmeyin, olur mu?
Bugün size yazacağım ilk şiir, merhum şairimiz Arif Karakoç'un o çok ünlü "Dalaman Darısı" şiiri olacak!.. Osmanlı döneminde bizim Dalaman İlçesi daha köy iken, 'Hıdiv Abbas Hilmi Paşamız', o meşhur 'Dalaman Çiftliği'ni imar etmek üzere satın alır. Bataklık, sazlık, sivrisinek yuvası olan bu toprakları tımar etmek için de, Mısır'dan her birinin boyları 2 Metre kadar olan 2.500 kadar 'Arap' işçiler getirtir!.. Arapların çok olduğu yerde 'sarışın kadınların' hep revaçta olduklarını zati sizler gibi, bizim Abidin de çok iyi bilir ya, neyse.
Şair Arif Karakoç hep dermiş ki; "Benim her şiirimde 'idamlık suçlar' vardır!.. Ama bunları anlayacak ve Savcılara şikâyet edecek muhbir vatandaşlar yoktur!" dermiş. Çünkü şairimiz, şiirlerinde insan adlarını hep hayvan ve bitki adları olarak yazardı. Sarışın, dul ve güzel bir kadının hikâyesi olan bu şiiri de bunlardan biridir!.. Yani, 'anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna çalsan da az' derler ya, aynen o hesap işte!..
Neyse. İşte size 'Dalaman Darısı' şiiri:
"Arılar, peteklerini kurşuna dizdiler/ Itırları, Kınakınayı, Aysarıyı gezdiler/ Dalaman darısına mektup yazdılar/ Dediler ki; 'Dağa çıktık, bilesin!..'// Kilesi beş paraya inesi darı/ Değirmen kapısından dönesi darı/ Sevgilin olacak sarı çavdarı/ Değirmenci un edecek, bilesin!..// Dalaman darısını 'kahpe' diye dövdüler/ Çuval çuval, kalbur kalbur sövdüler/ Götürüp, döner taşın üzerine eğdiler/ Dediler ki; 'ağzımıza göresin'!.."
Arif Karakoç, 'Halikarnas Balıkçısı' Cevat Şakir Kabaağaçlı ile bir sohbet sırasında, örümceklerin sevişme sonrasında, 'Karadul' adlı dişi örümceğin, acımasız şekilde erkeğini yediğini öğrenir, bundan çok etkilenip, bu şiiri yazar: 'Çıkagelse Elleri' şiiri şöyledir:
"Ayıngeçlere su yürüdü hanımım/ Su yürüdü kadındaki şekere/ Arılar bal gibi kondu çiçeklere/ Kondu sevişmek üzere/ Sevişirken çıkagelse elleri/ Örümcekler gibi sevişirlerdi!..// Narda nar, elmada elma var/ Nasıl da anlamışlar/ Kabuğun içindeki sevişmeyi/ Sevişirken çıkagelse elleri/ Bırakırdı sevişen ağaç/ Dalında meyve dişlemeyi!..// Dağ yerinde durmuş, terbiyeli/ Duman ayakta durmuş, terbiyeli/ Bir asker resmi çektirmişler dört köşeli/ Sevişirken çıkagelse elleri/ Yanardı askerlikleri/ Sil baştan sevişirlerdi!.."
Bu ünlü şairimizin kısa ve çok anlamlı dörtlükleri de vardı; 'Höyük' ve de 'Duvar' şiirleri gibi:
Höyük şiiri şöyledir: "Toprağın üstüne oturmuş toprak/ 'Höyük' demişler/ İnsanın üstüne oturmuş insan/ 'Büyük' demişler!.."
Duvar şiiri ise şöyledir: "Yaşamak bir taş duvar/ Dibinde gölgesi de var/ Yaşamak, bizim köyde çok yorgun/ Sırtında heybesi de var!.."
Eyvah!.. Daha yengeçleri, kavun-karpuzları, devedikenini, denizi, rıhtımı, gemi ve yelkenleri de yazacaktık ama, yine bize ayrılan arsamız bitivermiş, şu gazete patronlarımı bir gün dava edeceğim, göreceksiniz!.. Ama, yemin olsun şu kısa 'Rıhtım' şiirini yazmazsam çatlar ölürüm: "Naha gözün kör olsun deniz/ Nerede gemi?/ Güverteye bağlamıştım İzmir'i ..."
Şairimizin; "Benim şiirlerimde idamlık suçlar vardır" sözünün ayartına şimdi varabildiniz mi dostlar!? Rahmetli çok yaman bir şairdi, işte ispatı da bu dörtlükleridir!..
(Kaynak: Sarı Yasemin (Şiir Bahçesi) Kitabı-Hazırlayan Prof. Dr. Şadan Gökovalı-Menteşe Belediyesi Kültür Yayınları-2- Basım Yılı-2016.)