Bu konu her zaman tartışma konusu olmuş; "evet vefalıdırlar" diyenlerle, "hayır vefasızdırlar" diyenler hâlâ bir neticeye varamadan tartışıp durmaktadırlar. Tabii ki ben kimsenin tarafını tutmadan sizlere bazı örnekler vermek istiyor, adaletli bir şekilde tarafsızlığımı sürdürüyorum dostlar!..
Hepimizin çok sevdiği, kısa-özlü-esprili güncel yazılarını her gün zevkle okuduğumuz merhum "Bekir Coşkun" büyüğümüz bu konuda bir defasında şöyle yazmıştı: ".1970'li yılların başında Günaydın Gazetesi'nde yazıyorduk!.. Genç arkadaşlarla çok iyi bir ekip oluşturmuş, güzel köşe yazıları ve ilginç haberlerle gazetemizin tirajını hemen iki katına çıkarmış, reklâm gelirlerini üç kat arttırmıştık!.. Patronlar bizden çok memnundu, çok para kazanmaya başlamışlardı, ama bu gelirden bize pay vermiyorlar, bizleri aynı ücretlerle talim ettiriyorlardı.
Bir gün arkadaşlarla toplanıp, beni de temsilci seçerek, patronlardan ücretlerimize zam yapmalarını isteyecektik!.. Ben gittim, sanki suç işliyormuş gibi utanarak, ellerimi ovuşturarak bu gelişmeleri anlattım, ücretlerimizi biraz arttırmalarını istedim!.. Bizi o güne kadar çok seven, her gün sırtlarımızı sıvazlayan, övgüler yağdıran patron ve yöneticilerimizin hemen suratları asıldı, sanki biz 'Celâli İsyanı' çıkarmışız gibi suçlanmaya başladık. Birkaç gün sonra da hepimizi kapının önüne koydular!.. Okuyucularımıza çok güvenen bizler, gazetenin tirajının hemen düşeceğini, reklâmların azalacağını, bunu gören patronun özür dileyerek, pişmanlıkla bizi derhal geri çağıracağını umutla bekliyorduk!..
Lâkin hiç de öyle olmadı!.. Gazete birkaç gün içinde büyük bir kampanya ile üç-beş kupona 'çanak-çömlek-don-gömlek' dağıtmaya başladı!.. Bizim vefalı zannettiğimiz okuyucular azalacağına, daha da çoğalmış, gazete satışları ve aldıkları reklâmlar da artmıştı!.. Çok sevildiğimizi ve işimizi çok iyi yaptığımızı sandığımız bizler hemen unutulmuş, üç-beş 'çanak çömlek-don-gömlek' kuponuna kurban gitmiştik!.. Benim hayatta unutamayacağım basına ait tek anım budur!.." diye yazmıştı, ben de o yazısını hiç unutamadım dostlar!..
Biz halk olarak zati hiç gücümüzün farkına varamadık!.. Bakınız, büyük usta Nazım Hikmet de bunu görmüş ve bir şiirinde; "Bir değil, beş değil, yüz milyonlarsın maalesef/ Koyun gibisin kardeşim/ Gocuklu celep kaldırınca sopasını, sürüye katılıverirsin hemen/ Ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye/ Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani/ Hani şu derya içre olup, deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf/ Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende/ Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer/ Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/ Kabahat senin, -demeğe dilim varmıyor ama- kabahatin çoğu senin canım kardeşim!.." diyordu ya? Siz de binlerce okuyucu bir olup, bu yürekli-zeki-üretken yazar ve muhabirlere neden sahip çıkmadınız ki?
İşte bunları ders notu gibi yazan merhum Bekir Coşkun üstadımız, daha sonra Hürriyet'e, Cumhuriyet'e ve Sözcü Gazetelerine geçti, her gittiği gazetenin tirajları ve kazançları hemen arttı biliyorsunuz!.. Ama buna biz "Vefa" mı, "Alışkanlık" mı, yoksa "Mizah Sevdası" mı diyeceğiz, işte ben de işin burasını pek ayırt edemiyorum!..
Neyse, bu konu daha çok su kaldırır da, biz bugünkü yazımızı bir Temel fıkrasıyla bitirelim:
Yeni asker Temel'e, tüfekli eğitim sırasında komutanı sormuş: "Savaşta siperdesin, sağ taraftan düşman askeri geliyor, ne yaparsın asker!?" deyince, Temel bağırarak; "Heman tüfeğümü çevirür ateş ederum komitanum!.." der. Komutan; "Ya bu düşman karşıdan geliyorsa ne yaparsın!?" Temel hemen; "Karşıya ateş ederüm komitanum!.." der. Komutan ısrarla; "Ya bu düşman arkandan geliyorsa ne yaparsın asker!?" deyince, artık çok canı sıkılan Temel bağırarak; "Ula komitanum, ha bu orduda ben Temal'dan başka asker yohmidur, onlar ne halt edup dururlar ki!?" diye itiraz etmiş... Sakin KOŞAR.