HIZLI GİDEN TEZ YORULUR !?

 

                  HIZLI GİDEN TEZ YORULUR !?

Osmanlı döneminin ünlü şairlerinden İzzet Molla, çok iriyarı bir vücuda sahip, aynı zamanda hazırcevap ve çok nüktedan bir insandı... Mübarek Ramazan günü Fatih Camii'nde kapıya yakın bir yerde teravih namazını kılarken, cami imamı aceleci ve oldukça hızlı bir şekilde namaz kıldırıyormuş... Namazın ortalarına doğru, elinde feneri ile soluk soluğa bir adam içeri girmiş...

İmamın silâm verdiğini görünce; "Tühh, yine geç kaldık teraviye yetişemedik!" diye üzüntülü şekilde mırıldanmış... Hızlı namazdan ötürü zati kan-ter içinde kalmış olan İzzet Molla terini silerek adama dönüp; "Yahu niye bu kadar üzülüyorsun be muhterem, biz içerideyken bile imama yetişemedik ki!?" demiş...

Yeni nesil pek bilmez ama, belki büyüklerinden duymuşlardır: 1960'lı yıllarda Yatağan İlçemizin çok ilginç bir 'Müftüsü' vardı... Bilgisi, avazı, halkla ilişkileri çok iyiydi de, bu güzel insanın bir kusuru vardı; namazları çok hızlı kıldırırdı!.. Ama ne hız!? Normalde yarım saat civarında kılınan teravih namazını bile, en çok 15 dakikada kıldırır, bitirirdi!.. Tabii, bu işten memnun olanlar da vardı, çok kızanlar da!.. Genelde namaza gelenler yaşlı kesim olduğu için, çoğunun da 'Prostat' derdi olduğundan, sidik kaçırıp da, abdesti bozmadan hızlı namaz kılmak onların işine geliyordu da, bazıları bu işe pek kızıyorlardı!.. Bunların çoğu, namazların farz ile sünnet rekâtlarını bu hızdan ötürü hep karıştırdıklarını söylüyorlardı... Sırf bu yüzden, o büyüğümüzün lâkabını "Motorlu Müftü" yapıverdiler!..

Hacı Babam daha 43 yaşında iken Hacca gitmiş, 'Motorlu Müftü' de onun 'Hac arkadaşı' idi... O da genç olduğundan, Müftünün hızlı namazından pek rahatsız olmazdı... Bozüyük'e özellikle Pazar günleri sık sık gelir, kahvedeki dinî muhabbetlerini çok seven insanlarımız, etrafında koca bir halka oluşturarak, onun hızlı muhabbetini de saatlerce dinlerlerdi!..

Yine Osmanlı döneminde nüktedan, hazırcevap ve taşlama şiirlerini tahammül edilemez boyutlarda, hatta patavatsızca yazan bir "Şair Eşref" vardı... Bu ilginç insan Osmanlının Kaymakamlarından biriydi... Görev yaptığı her yerde unutulmaz izler bırakarak ayrılmıştır!.. İzmir'in tarihi Bayındır İlçesi Kaymakamı iken, Şair Eşref camiye Cuma namazı kılmaya gider... Namaz çıkışında bir bakar ki, yeni aldığı rugan ayakkabıları yoktur, bütün cemaat dakikalarca ayakkabıları arar, ama bulamazlar!.. Yaşlıca biri Kaymakam üzülmesin diye şöyle der: "Beyim, benim tahminime göre bu pabuçlar yeni olduğu için, buradan geçen develerden biri tarafından yenilmiştir, boşuna aramayalım efendim" der...

Şair Eşref oraya tayin olunca, bazı arkadaşları uyarmışlar, orada hırsızlık vakalarının biraz fazla olduğunu söylemişler... Bunu düşünen Şair Eşref, cami imamının verdiği takunyalarla Kaymakamlığa giderken şu dörtlüğü söylemiş: "Bayındır, bayındır/ Bayındırlılar hayındır/ Deve pabuç yemez ya/ Bu bana bir oyundur!" demiş...

Aynı şairimiz, Doğu İlçelerinden birinde görev yaparken, Hükümet Konağı binasının eskiyen çatısının her yerinden yağmur suları akıyormuş... Hemen İstanbul hükümetine yazı yazmış, hiçbir yanıt alamamış... Dahiliye Vekâletine (İçişleri Bakanlığı) yazdığı birkaç yazıdan sonra bir cevap gelmiş ve soruyorlarmış: "Bu binanın neresinden su akıyor, tam olarak onu bildiriniz?" diye... Çok kızan Kaymakam Eşref şöyle bir cevap göndermiş: "Musluklar hariç, her yerinden sular akıyor!" demiş...

Eee, taşlama şiir denir de 'Ümit Yaşar Oğuzcan'dan bir örnek vermezsek ayıp kaçar: "Her mecliste bulunursun/ Bir bakışta bilinirsin/ Boyuna sallanır başın/ Meydanda otuziki dişin/ Öpecek bir el ararsın/ Her taşın altında varsın/ Seni köpek, seni kuyruk/ A sahtekâr, a dalkavuk!.."                      Sakin KOŞAR...

YAZARIN DİĞER YAZILARI