Osmanlı İmparatorluğu zamanında isimleri çok garibimize giden birçok 'Paşalar' vardı; Gedik Ahmet Paşa, Kuyucu Murat Paşa, Tabanı Yassı Mehmet Paşa, Kemankeş Mustafa Paşa, Tiryaki Hasan Paşa, Baltacı Mehmet Paşa. gibi.
Osmanlı İmparatorluğunun 14. Padişahı olan I. Ahmet (1590-1617), III. Mehmet'in oğlu olup, 1603 yılında tahta çıktı. Duygusal şiirler yazan, ama avcılığa da çok düşkün bir padişahtı!.. Hani, hem duygusal olmak ve hem de bir sürü canlı hayvanı avlamak nasıl bir duygu ise artık?..
Bir gün devlet yönetiminin kadınların eline düştüğü Gürcistan'dan, genç ve güzel kadın elçiler geldiler!.. Bakımlı ve çok güzel bu elçiler, Saraydaki genç-yaşlı, her erkeğin akıllarını başlarından aldılar!.. Bunlara hava atmak için çırpınan genç Padişah, onlar için çok büyük eğlenceler düzenledi!.. Edirne ve Makedonya ormanlarındaki av partilerinde tam 1.200 geyik ile 4.500 civarında kuş türü (Sülün-Keklik-Çalı Tavuğu) avlandı, görkemli eğlencelerde yenildi-içildi, güzel bayan elçilere çok iyi bir gösteriş oldu!.. Tabii, o eğlencelerin karanlık gecelerinde ise başka ne haltlar karıştırdıklarını bizler bilemiyoruz, çünkü gözümüzle görmedik?.. Bilsek de, zati şimdi sırası ve burası yeri değil!..
Ancak, Kuyucu Murat Paşa'nın Gürcistan güzelleriyle sağladığı bu eğlenceli barış yılları kısa sürdü. Üzerlerine gönderilen Nasuh Paşa'nın kumanda etti ordu başarılı olamayınca, Fatih Sultan Mehmet zamanından beri elimizde olan yerler, Gürcistan ve İran'a bırakıldı. Ancak, Nasuh Paşa'nın bu anlaşma sonrası sahip olduğu servet ortaya çıkınca, buraları rüşvet karşılığı sattığı ortaya çıktı!.. Serveti şöyleydi: Torbalar dolusu inci ve duka altını, her biri 5 Bin duka altını değerinde 1.800 tane altın kabzalı kılıç, 1.200 av ve savaş atı, yüzlerce top simli ithal kumaş, yüzlerce Acem Halısı, 20.000 deve, 6.000 sığır, 400 Arap Kısrağı, 500. 000 koyun, bir çok konak ve sulak araziden oluşuyordu. Hani, iktidarın Ankara Belediye adayı malları kadar olmasa da, bu servet Padişahın kendisinde bile yoktu!.. Bostancılar Nasuh Paşa'nın Sarayını basıp, öldürdüler, tüm malları hazineye devredildi, Sadrazam olarak da yerine Padişah damadı 'Öküz Mehmet Paşa' getirildi. Bu 'Öküz' namı da, o yıllarda Karagümrük'te öküz nalbantlığı yapan babası 'Kara Hasan Hüseyin'den dolayı gelmekteydi.
Bir gün sefere giderlerken, bir çayırlık alanda orduya mola verilmiş, katır ve öküzler de serbest bırakılmış. Koca bir öküz çadıra girip, çadırı içinde ordu subaylarıyla harita üzerinde çalışan Öküz Mehmet Paşa'ya bakmaya başlamış. O sırada subaylar kıkırdayıp-gülüşmüşler, Öküz Mehmet Paşa bozuntuya vermemek için şu espriyi yapmış; "Bu öküz, adaşı ben öküzü ziyarete mi, yoksa siz eşeklerin hatırını sormaya mı geldi acaba?" deyip, oradaki herkesi güldürmüş.
Şimdi bazılarınız çıkıp da; "Ulan ihtiyar dallama yazar; bugün bayram değil seyran değil, bu tarih dersi de nereden çıktı? Bize ne geçmişin Paşalarından ve yaptıklarından, sen şimdikilere baksana!?" diyebilirler. İyi de kardeşim, geçmişi bilmeden geleceğe nasıl bakalım ki? Bunlar yaşanmış ve tarih olmuş ise, bizim de bilmemiz gerekmez mi?
Neyse, tarihi şimdilik bir kenara dinlenmeye-sararmaya-tozlanmaya bırakalım da, bugün size bizim deli Orhan Veli'nin 'Ağacım' şiiriyle veda edelim bari:
"Mahallemizde/ Senden başka ağaç olsaydı/ Seni bu kadar sevmezdim/ Fakat, eğer sen/ Bizimle beraber/ Kaydırak oynamasını bilseydin/ Seni daha çok severdim!..// Güzel ağacım/ Sen kuruduğun zaman/ Biz de inşallah/ Başka mahalleye taşınmış oluruz!.." Sakin KOŞAR.