Yazıma bir yalanlamayla başlamak istiyorum. Ne kadar sağlıksız bir toplum olduk. Tüm sağlık kuruluşları tıka basa dolu. Sağlık personeli yorgun ve mutsuz. Son on yılda ne oldu da iş yükümüz bu kadar arttı?
Hekimler günde 80-100 civarında poliklinik yapıyor. Boş yatak yok.Sürekli, ameliyatlar yapılıyor.
Bu sorunlara hekim gözüyle bakmak istiyorum. Geçenlerde elime
'Satılık Hastalıklar' isimli bir kitap geçti. Okudukça gözlemlerimin örtüştüğünü hissettim. Şöyle başlıyordu önsözü: "30 yıl önceydi.
Dünya'nın tanınmış ilaç şirketlerinden Merck'in Genel Müdürü Henry Gadsten, Fortune dergisine 'sıkıntılarını' anlatıyordu. Çok samimiydi.
Emekliliği yaklaşmakta olan Gadsten 'İlaç pazarının hasta insanlarla sınırlı' olmasının sıkıntı yarattığını söyledi. O, Merck'in Wrigley's gibi bir çiklet üreticisi olmasını istiyordu. Hayali gerçekten büyüktü:
'Sağlıklı insanlara yönelik ilaç üretmek.' İşte o zaman Merck, herkese satmaya muktedir olacaktı. Bu demeçten otuz yıl sonra Gadsten'in hayalleri gerçek oldu."
İlk paragraftaki yakınmam ile kitaptaki önsözün başlangıcı arasında paralellik olduğunu hemen hissetmişsinizdir. İlaç devleri, pazarlama illüzyonuyla 'hepimizi hasta etmek', sağlıklı her insana ilaç satmak istiyor.
Bu pazarlama stratejisinin en önemli ara konağının hekimler olduğu da bir gerçek. İnsanı sağlıklı kılmak gibi önemli bir görevi üstlenen bizler bu
durumda ne yapmalıyız?
Öncelikle 'tehlikenin farkında' olmamız gerekir. Ülkeler artık topla tüfekle işgal edilmiyor. Her sektörde uluslararası firmalar, gelişmekte olan ülkelerin tüm değerlerini en başta da sağlığı, yağmalıyorlar.
Ülkemizin sağlığı yağmalanırken, geriye sağlıksız ve dirençsiz bir toplum kalıyor. Ülke ekonomisi de büyük zarar görüyor. Çünkü son 10 yılda dolar üzerinden yapılan sağlık harcamaları 3 kat arttı. Dolarlar tekrar kazanılır; ama kaybedilen sağlık neden ve nasıl sağlanacak?
Dikkatinizi çekiyorsa, son yıllarda, tüm bölgelerde 'özel sağlık kuruluşları' hızla arttı. Bizler de payımıza düşeni cebimize koymaktayız.
Nasıl oldu da bu kadar sağlıksız bir toplum olduk? 10 yıl önce sağlık karnesi, yılda ortalama bir kez kullanılırken, şimdi beş kez kullanılmakta.
Biz hekimler, sorumlu muyuz acaba? Evet!!! Hem sorumluyuz hem de farkında olmadan hata yapıyoruz.
Hekimlik sanatı bilgiyi kullanma sanatıdır. Bilgiyi kullanmamız hastanın derdini öğrenmekle başlıyor. Derdini öğrenmek için hastadan iyi bir anamnez (Doktorun hastaya teşhis koyma amaçlı olarak hastaya sorduğu sorular sonucu elde ettiği hastanın öyküsüdür. Hastanın mevcut ya da geçmiş hastalıkları hakkında, kendisinden ya da bir yakınından alınan bilgilerdir.) almak gerekiyor. Hangi sistemi ilgilendiren olay olduğunu tespit edip muayenemizi ve tetkiklerimizi ona göre planlamamız gerekli. Hangi sisteme yöneleceğimizi anamnez ile tespit edemezsek gereksiz tetkikler ve gereksiz tedaviler devreye giriyor.
Gereksiz tetkikler yakınmayla ilgisi olmayan bir sürü yanlış tanılara sebep oluyor. Böylece gereksiz tedaviler ve takipler başlıyor. Burada hem yanlış tanılar hem de yanlış tedaviler, takipler hasta sayısını arttırıyor.
Sizlere konuyu bir örnek vererek açayım. Bir gün muayeneye gelen 70 yaşlarında bir bayan, 'Ne şikayetiniz var?' sorusuna ısrarla, 'Kolesterolüm var.' cevabım verdi. Bunu, bir yakınma olarak ifade ediyordu. Tabii ki haklı olarak. Hem görsel basın hem de hekimler tarafından, kolesterolün çok
önemli, sonuçlarının endişe verici olduğu konusunda ikna edilmişti.
Bizim hekimlik sanatımız, yalnızca kolesterol ölçmekle bir tutulmaktaydı.
Buraya nasıl geldik? Cevabı basit: Buraya, hastayı muayene etmemekten geldik. Muayenenin içinde hasta için ayrılan zamanı da unutmamak gerek. Hep beraber bir muayene anını hayal edelim. 'Hastaneye hasta başvurur. Diyelim ki 50. sırada. Sırası gelince odaya girer ve hekim: 'ne
şikayetiniz var?' diye sorar. O da 'Başım dönüyor.' der. Hekim çalışmaktan, hasta da beklemekten yorulmuştur. Hekimi bekleyen belki 20-30 hasta daha vardır. Muayene süresi kısa olduğu için, hekim, tetkiklerini ister.
Hastası ertesi gün sonuçları getirdiğinde, hekim hastayı kesinlikle hatırlamaz; belki hasta da hekimi hatırlamaz. Bu ortam içinde, tetkiklerle ve yakınmayla uyumlu bir hastalık tanısı konarak hasta tedaviye alınır. 'Bu ne kadar sağlıklıdır sizce sevgili meslektaşlarım? Ne var ki bu, öyle bir
mutluluk çemberidir ki kırmak mümkün değildir. Bu çemberi size açayım:
1-Çemberin ana bireyi hasta, mutlu, 'teşhisim kondu.' diye
sevinmekte. Artık onun bir hastalığı var. (Hipertansiyon, menopoz, depresyon gibi)
2-İkinci üye hasta sahipleri. Onlar da mutlu. Annenin ya da babanın hastalığı var. Artık onunla daha çok ilgilenecekler. Evde saygı, sevgi, ilgi ruhu daha da belirginleşecek.
3-Hekim mutlu. Artık O'nun bir hastası var. Getirilerini sizlere bırakıyorum.
4-Eczacılar da mutlu. İlaçları satılıyor, hem de ömür boyu.
5-İlaç devleri mutlu. Anlatmaya gerek yok.
6-Hastane yöneticileri mutlu. Hastanenin gelirleri artmakta.
7-Siyasiler mutlu. Sağlıksız ve eğitimsiz toplumu yönetmek çok kolay. Hastanın oyları da kendilerine yönelmekte.
Yine de diyorum ki, biz bu çembere çomak sokalım arkadaşlar. Çomak sokmak çok kolay, vatansever bir hekim olmak Atamızın bir sözü var:
'Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.' 'Nasıl olunuyor?' diyorsanız, cevabı çok çok basit. Hastaları muayene edelim. (Nasıl muayene edeceğimiz fakültede hepimize öğretildi.)
'Sorumlu olanın' da, 'bir şeyler yapması gerekenin' de biz hekimler olduğunu anlatabildim mi acaba? Var mısınız hekim hakları' diyerek bu ülkeyi sağlıklı yapmaya? Var mısınız günde en fazla 30 kişiyi muayene etmeye? Bakın o zaman ilaçlar, tetkikler nasıl çöpe atılacak ve bu toplum
tekrar nasıl ayağa kalkacak!!
(Medikaria Muğla Tabib Odası Dergisi - Nisan 2008)