BİR KÜLTÜR ŞEHRİ: BODRUM
Dünyanın gözde şehirleri, belli özellikleriyle gündemdeki yerlerini korurlar. İstanbul, boğazıyla benzersizdir. Budapeşte Tuna’sıyla, Bursa Uludağ’ıyla, Bakü Hazar’ıyla, Bergen fiyortlarıyla doğayla bütünleşir.
Bodrum, Gökova’nın birbirine ulanan eşsiz koylarının kapısıdır. İnsan mavinin, ruhları uçuran renk olduğunu ancak burada anlar.
Bazı ürünler vardır; adları şehirleriyle ikiz kardeş gibidir: Aydın inciriyle, Manisa üzümüyle, Amasya elmasıyla özdeşleşmiş şehirlerdir. O ürünleri, o şehirlerin adlarının yanından kaldırdığınızda şehirler yarım kalır.
Mandalina elbette yalnızca Bodrum’da yetişmez. Ama Bodrum mandalinasının başka yerlerde yetişmediği de bir gerçektir. O, hissedene baharda koku, güzde tattır.
Kimi yapılar vardır; şehrin ününe ün katar. Adını duyduğumuzda bulunduğu şehri de anımsarız. Eyfel Kulesi denince Paris’in; Özgürlük Heykeli denince Newyork’un, Tac Mahal denince Akra’nın akla gelmesi bundandır.
Bodrum, dünyanın yedi harikasından biri Mausoleon’un şehridir. Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesiyle belleği güçlü bir dünya markasıdır.
Kimi ünlüler vardır; şehirleri, onların adlarıyla sanat ve bilim dünyasında yıldızlaşır: Milet Tales’le, İstanköy Hipokrat’la yıldızlaşan antik şehirlerdir. Boudelaire, Victor Hugo Paris’i, Yahya Kemal İstanbul’u, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal Adana’yı, Mevlana Konya’yı yıldızlaştıran insanlardır.
Heredot, Artemisia, Mausolos, Halikarnas Balıkçısı, Neyzen Tevfik… Hepsi Bodrum topraklarından dünyaya ışık saçmış insanlardır. Bodrum’un, üreten akıl, aşka meyyal kalp olması onlardan gelir. Coşkusu lodostur; sevgisi güneşli yağmur.
Ben Anadolu’ya ebru derim. Bu ebrunun en özgün köşelerinden biri, kuşkusuz Bodrum’dur.
Kimi şehirler, kendilerine kimlik biçerler. Ben turizm şehriyim, ben sanayi şehriyim, ben kongreler şehriyim… Ama bir şehrin kendisine kültür şehri diyebilmesi zordur. Çünkü bir şehrin kültür şehri olabilmesi için doğa, tarih, özgün yapı, insan kaynağı gibi birçok değere sahip olması gerekir. “Bodrum, bir kültür şehridir.” dememiz de bundandır.
16. Uluslararası Bodrum Festivali, Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun yaşamından kesitler sunan oyunla sona erdi.
Doyduk mu?
Tadı damağımızda silinmez izler bırakan eserler, rüştünü kanıtlamış bir festivalin meyveleriydi.
Ama ruh da beden gibidir; acıkır.
Bodrumluların bale, müzik, film; bienal; konferans, sempozyum gibi üst düzey kültür- sanat etkinliklerinde salonları, meydanları, açık hava tiyatrolarını tıklım tıklım doldurması ve kültür sanat mekanlarının yetersizliğinden yakınması Bodrum’un bir kültür şehri oluşunun doğal sonucudur.
Dün akşam program başlamadan bir saat önce Antik Tiyatro’ya vardım. İnsanlar kuyruktaydı. Sevindim. Kuyruğun sonuna dek neredeyse 100 metre yürüdüm. Her adımda kulağımda farklı diller. Sevincim daha da arttı.
Bir şehrin insanları, böyle yüksek düzeyli sanat gösterileri için yüz metre kuyruğa girebiliyorsa, bir kültür sanat etkinliğine farklı ülkelerden insanlar da katılıyorsa o şehre farklı bir gözle bakmak gerekir.
Bu ülkenin kaç şehrinde bale gösterisi için yüzlerce insan kuyruğa girer?
Buna verilebilecek yanıt, elbette acı.
Belki de bu yüzden Bodrum geriye değil; ileri, hep ileri bakmak zorunda. Dünyanın festivallerine yüzbinler çekebilen şehirleri arasında yer almamız için bu şart. Artık turizm tercihleri hızla değişiyor. Günümüz turizmi, salt deniz, kum ve güneşle sınırlı bir endüstri değil. Dahası, günümüzde bu üçlüye bağlanıp kalanların, bir çöküş yaşadığı da bir gerçek.
Yıllardır Kale’de gerçekleştirilen festival, Kale’nin bakımda olması nedeniyle, bu kez Antik Tiyatro’da gerçekleştirildi. Benim gönlüm, çağdaş donanımlı açık ya da kapalı kültür merkezlerinden yana. Galiba “korumacı” yanım ağır basıyor. Ayrıca bu mekânlarda, çağdaş sanatların gerektirdiği donanımları gerçekleştirmenin ne denli zor olduğunu biliyorum.
Böylesine boyutlu bir festivali, böyle mekânlarda, sanatçısından izleyicisine herkesi mutlu ederek gerçekleştirmek için çok donanımlı ve çok uyumlu ekip çalışması gerekli.
Bu başarı için hep dinamik ve güler yüzlü, uluslararası sanat yüzümüz olmasıyla ayrıca gururlandığımız genç Genel Müdür Murat Karahan’ı ne denli kutlasak az. Gelecek için umutlanmamak olanaksız.
Bu başarı, Genel Müdür Yardımcısı Solmaz Haberal’ın, Genel Koordinatör Sim Tokyürek’in, her şeyin en iyisi için sürekli sahada olan Festival Sanat Yönetmeni Zeynep Sunal Öngün’ün, Festival Koordinatörü Hakan Odabaşı’nın, Festival Teknik Koordinatörü Adnan Öngün’ün, Başak Atalay’ın, Peykan Demirkaya’nın, Cenk Patat’ın ve adını anamadığımız daha onlarca görevlinin özverili çalışmalarının karşılığı.
Ben, spordan sanata, siyasetten bilime “ortaklaşa başarılar”ı, bireysel başarılardan çok daha değerli bulurum. Çünkü ortaklaşa başarılar, uyum, saygı, sevgi, hoşgörü gibi birçok insani değerin ve “biz” olabilmenin ürünüdür.
Oyun biter bitmez koluma yapışan bir dostum:
“Frida’yı yazmalısın.” dedi.
“Evet, evet!” dedi arkadaşı. “Funda Mete övgüyü hak ediyor.”
“Salma Hayek’ten eksiği yok, fazlası var.” dedi, aynı sıraları paylaştığım; ama tanımadığım bir kadın.
“Salma Hayek, sinema oyuncusu, Funda ise dansçı.” diye söze girdi gençten biri.
“Üstelik Salma Hayek’in, Alfredo Molina gibi bir partneri vardı filmde.” diye çıkıştı dostum.
Sabah sabah daha kahvaltımı bile yapmamıştım ki telefonum çaldı.
Arayan bir müzisyen dostumdu.
“İki festivali bile birbirine dolaştırdı beceriksizler.” diye söze girerek festivallerin çakışmasından yakındı.
“Biliyor musunuz?” dedi, “Dün akşam Frida’yı izlerken aklıma Neveser Kökdeş geldi, İhsan Raif Hanım geldi, Halide Edip Hanım geldi. Bizim de muhteşem kadınlarımız var. Onların balesi yapılamaz mı?”
“Niye yapılmasın?” dedim.
Son yıllarda seyrettiğimiz Kerbelâ’yı, Barbaros’u, Afife Jale’yi, Çalıkuşu’nu, Mevlana’yı anımsattım.
“Keşke bunlar da uluslararası festivallerde gösterilebilse.” dedi bu kez…
Gülümsedim.
Sanat, sanatseverin ruhuna dokunabilmek işi.
“Bodrum Bir Kültür şehridir.” sözü, içi boş bir söz değil.
Bir bale eseri için kuyruklar oluşturan; izlediği bir eser sonunda, böylesine değerlendirmeler yapabilen insanların yaşadığı bir şehre, başka bir kimlik yakışmaz.