Onunla beş yıl önce bugün Milas dağlarında karşılaşmıştım. Ömrünce şehir yüzü görmemiş ayakları artık yorgun bedenini taşımakta zorlanıyordu.
- Bir yardımcı gerek sana, dedim.
- İstemem, dedi. Bunca ömrümde kimseden yardım istemedim.
- Bugün İnsan Hakları Günü, dedim.
O da ne dercesine yüzüme baktı. Şirden mayasından yaptığı peynirlerden bir topak çıkardı.
- Bunu çarşıda pazarda bulamazsın, ye afiyet olsun, dedi.
O an yüzünde gördüğüm haz, usta bir ressamın yenice bitmiş bir tablosu karşısında duyumsayacağı hazdan daha az değildi.
Bugün yine bir Dünya İnsan Hakları günüydü.
İdlip'te çocukları yatağa aç giren Evra kadın da duymamıştı böyle bir günün varlığını. Çatak köylerinden sekizinci çocuğunu doğurmak için hastaneye kaldırılan 25 yaşındaki Berfin gelinin de Hanya dağlarında zeytin toplayan Baba Stavros'un da böyle bir günden haberi yoktu.
Washington'da bir gökdelende güzel giyimli hanımlar beyler İnsan hakları üzerine nutuk çekerken, aynı saatlerde CİA ajanları Caracas'ta ülkenin stratejik bir kuruluşuna böcek yerleştirmekle meşguldüler.
Tanzanya'nın altınları, Arjantin'in gümüşü, Şili'nin bakırı uçaklarla gemilerle kuzey yarımküredeki bazı ülkelerin albenili şehirlerine yol alırken yerli halklar birbirlerinin kökünü kazıyabilmek için ; siyasiler koltuklarını kaptırmamak için kıyasıya savaşmaya devam ediyorlardı.
Hani ya 73 yıl önce bugün Milletler birleşmiş, İnsanlığın çektiği acılar son bulsun diye bir bildiri yayımlamışlardı.
Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlardı.
Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken farkı gözetilmeksizin bildirgedeki bütün haklara sahipti.
Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardı...
Hiç kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; her türden kölelik ve köle ticareti yasaktı.
Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.
İyi de bunca yıl sonra önceki akşam Paris'in ortasında bir adamı rengiyle çağıran adam uzaydan mı gelmişti?
Ya patronlar istediği için salgın yasaklarını eline yüzüne bulaştıran bir ülkede yitip giden binlerce canın hakkı kimlerden sorulmalıydı?
Apartheid, assimilation, discriminasyon, enflasyon, lobi, dış güçler, otokrasi, nepotizm.
Beynim onca kavram arasında dev dalgalarda tek kürekli sandal gibi sallanırken anlıyorum ki şiire sığınmaktan başka umarım yok.
YURTSUZ
Yeryüzü Yurtsuzlarına
Yürüdüm
Korkunun sultanlığında
Olur olmaz umutlar bulup
Yürüdüm
Namlulara sürülmüş
Çan, hazzan ve ezanlarlara inat.
Yürüdüm
Öldürmelere düşman
Tanrı bezirgânlarının iblisi
Yani kendi halinde bir adam.
Yürüdüm
Alnımda gurup, sırtımda tan alı
Yürüdüm
Her yanı toprak evler,
Ve kahrım viran şehirleri geride bırakarak
Yürüdüm
Çığları çığlık çıplak dağları aşıp
Yürüdüm
Can evimde bir kadın dört çocuk.
Yürüdüm
Yüreğim sincap.
Yürüyorum hâlâ
Kargalardan erkenci
Tayfalardan uyanık
Kanal gemileri geçiyor yanı başımdan
Bir aşağı bir yukarı pür telaş
Aklımda hep bir şeyleri kutsayan annem
Neden sormamışım bilmem
Neyi aydınlatırdı acının şamdanları
Savakçısı kimdi kayaları delen suların
Şimdi durgun ve kirli nehirlere baktıkça
Neden hep Beyta Laleş'e kaçıyorum ben.
Yürüyorum
Lime lime ceplerimde binlerce dilsiz umut
İkide bir yolumu kesiyor birileri
Pasport alsjebilieef!
Yanıtım hep aynı, hazır:
"Ik ben een asielzoeker"
Yani Heimatlos
Yani yurtsuz
Gözlerim bin parça cam kırığı
Güz düşende dalına yaprağına parkların
Göçmen kuşlar geçiyor
Çığlık çığlığa sürü sürü yükseklerden
Üstüme üstüme, yürüyor şehir.
HAT
* Beyta Laleş: Ezidilerin İrak - Duhok yakınlarındaki tapınakları.
* Günümüzde dünyada 10 milyon dolayında "yurtsuz" yaşamaktadır.