Belçika'da çalıştığım yıllarda büyük oğluma yazdığım mektuplardan oluşan "Seni Sevgiye Emanet Ediyorum -Oğluma Mektuplar" adlı kitabım, bir hayli ilgi görmüştü. Okurlar da sık sık "Neden 'oğluma mektuplar' da 'kızıma mektuplar' değil?" diye sorarlardı. Ayrımcılık yaptığım için kitaba böyle bir ad koyduğum düşüncesi taşıdıklarını hissederdim. Oysa benim kızım yoktu. Kızım olsaydı ona da yazar; kitabıma da "Kızıma Mektuplar" derdim.
Kızım olmasını ister miydim? Olabilirdi, olmadıysa sorun değil. Çünkü evladın cinsiyetinin bence hiç ama hiç önemi yok. Göçebe toplumlardaki oğul düşkünlüğünü anlayabilirim.
Çünkü bu bir güç gösterisi, kendi geleceğini güvende hissetmenin en kestirme yolu. Çünkü erkek çocuklar pederşahi aile düzeninde soyu sopu devam ettirecektir.
Kız ise gidecek, başka bir ailede varlığını sürdürecektir. Göktürk Hükümdarı Bilge Kağan, " Türk ulusu yok olmasın diye,ulus olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmış olacak." diyerek yurdun kurtarılmasında annesinin etkinliğini belirtir.
Ancak, eski Türklerde kadın, çocuk doğurmakla soy içinde mevki sahibi olabilirdi. Koca ölünce küçük erkek çocukları adına kocanın yetkilerini kullanır. Hatta küçük oğul adına topluluğa başkanlık bile yapabilir. Ancak bu haklar oğul sayesinde kazanılmış haklardır. Divanı Lugat-it Türk'te " Oglagu Katun" ve "Ohşağu" olmak üzere iki çeşit kadından söz edilir. "Soylu erkeklerle eşdeğerli kadınlar oglagu'dur. Oyuncak kadınlara da ohşağu denir."
Dede Korkut Hikâyeleri'nde de kadın, doğurduğu; dahası oğlan doğurduğunda ak çadırda oturma hakkına sahiptir. Değilse kara çadırda oturmak zorundadır.
Ne var ki bu öykülerde kadının erkeğiyle birlikte savaşa girdiğini, toplumsal hayatta görev aldığını da görmekteyiz.
Oğul sözcüğü, eski Türklerde evlat anlamında kullanılırmış. Erkek çocuklar için er oğul, kızlar için de kız oğul denirmiş. Bu sözcüğün sonradan yalnızca erkek çocuklar için kullanılır olmasını nasıl yorumlamalı bilmiyorum. Edebiyatta, babaların çocuklarıyla ilişkisini ele alan çok güzel eserler vardır:
Yaprak Dökümü aklıma geliveren bir eser.
Romanda Ali Rıza Bey, kızlarını değişen değer yargılarından koruma savaşımı verir; yenik düşer. Fransız yazar Honore de Balzac'ın Goriot Baba'sı kızlarının üstüne titreyen bir adamın romanıdır. İlginçtir her iki romanda da kızlar babalarına karşı sevgi beslemezler.
Tarık Buğra'nın "Oğlumuz" öyküsü, bir babanın oğul sevgisini ne güzel anlatır.
Ne yazık ki eskiden olduğu gibi edebiyat öğretiminde derinlere gidemiyoruz.
Sofokles'in Kral Oidipus adlı bir eseri vardır . Psikanalistler, bu eserden yola çıkarak erkek çocukların anneye düşkünlüğünü Oidipus Kompleksi olarak adlandırmışlardır...
Kızların babalarına düşkünlüğüne de - Jung'un adlandırması olarak biliyorum. - Elektra Kompleksi denmiştir.