BİR İNTİHARIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI


Birkaç gün önce  gazetelerden İzmit Geçiş Köprüsünün halatlarından birinin koptuğunu öğrenmiştik. Dün akşam köprü inşaatında çalışan mühendislerden  51 yaşındaki Kishi Riyotchi olayın sorumlusu benim diyerek intihar etmiş.

Bildiğim kadarıyla o olayda can kaybı falan da yaşanmamıştı.

Her hatanın da bedelini ödemek gerek desem de intiharı asla onaylamam.

Nedendir bilmem bir zamanlar bu davanın savcısı benim diyenlerin yıllar sonra "aldatıldık" diyerek olayı geçiştirmesini anımsadım.

Oysa o davalarda sönen nice ocak, ölüm, kaybolan yıllar ve gelecekler vardı.

Kuddusi Okkır'ı kaç kişi anımsıyor şimdi?

Ya yarbay Ali Tatar'ı?

Doğan Yurdakul adı size bir şey çağrıştırıyor mu?

Belleğimde de bir resim. Gelin bir daha anımsayalım

EŞE VEDA FOTOĞRAFI

Hangi gazeteye baksam aynı fotoğrafı görüyorum: Yaşlı bir adam,  mezara kürekle toprak atıyor. Soluk mesafesinde, ensesinde takım elbiseli, kara gözlüklü dört beş adam. Sanki mafya filmlerinden kopyalanmış bir sahne.

Fotoğraftaki yaşlı adamı biliyorum. O, bazılarının Ergenekon Terör Örgütü dedikleri davadan 7 aydır tutuklu olan Doğan Yurdakul'dur. Mezar, hastalığı döneminde görmesine izin vermedikleri eşinin mezarı, ensesindekiler de sivil polislerimiz.

Doğan Yurdakul'la hayatta hiç yüz yüze gelmedim. Oysa iki komşu ilçede doğmuşuz. İkimiz de Karialıyız. Yurdakul, eline silah almış mıdır bilmem; ama onun, silahtan daha tehlikeli şeyler kullandığı kesin.

Doğan Yurdakul, 1946'da Aydın'ın Bozdoğan ilçesinde doğmuş, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Paris Sorbonne, Vincennes ve Cenevre üniversitelerinde lisansüstü öğrenim görmüş, "Yenigün", "Ulus", "Vatan", "Aydınlık", "Evrensel", "Siyah-Beyaz", "Günaydın" gazeteleri ile "Kim", "Yön" ve "Devrim" dergilerinde çalışmış. "32. Gün" adlı televizyon programının Ankara temsilciliğini yürütmüş bir gazeteci ve  Fransızca - Türkçe Sözlük,  Abi, Sırların Kavşağında, Reis -Gladio'nun Türk Tetikçisi, Bay Pipo, Bir MİT Görevlisinin Sıradışı Yaşamı: Hiram Abas  adlı kitaplara imza atmış bir yazardır.

Fotoğraf bana, Ömer Aras'ın İstanköy 'ün 2. Dünya Savaşı' nda Almanlar tarafından işgal günlerinden anlattığı bir anısını çağrıştırıyor.

".  Avluda upuzun yatmış bir alman askeri gördük. Adamın boyu iki metre var. Kafasından vurulmuş. Üstünde o gün giyinmiş gibi elbiseler var.Kafasına sinekler üşüşmüş. Annem başındaki tülbendi çıkardı. Adamın yüzünü örttü. Eve gittik; ne ki Almanlar, askeri bizim öldürdüğümüzü sanacaklar diye korkumuzdan sabaha kadar uyumadık.  

Şafak vakti bir cip geldi. Cipte bir subay, bir asker, bir de şoför vardı. Subay:"Bu örtüyü kim örttü?" diye sordu. "Mama" dedim. "Danke schön!" dedi. Biraz olsun rahatladım.

Subay, önce cesedin boynundaki künyeyi aldı. Sonra ceplerini karıştırdı. Adam Ganilerin evine girmiş, incir almış. Cebinden bir de Rodos sigarası ve çakmak çıktı. Subay, bana bir şeyler söyledi. Bana, cesedi kaldırmam için emrettiğini anlamıştım. Ben, ufak tefek biriydim. O dev gibi adamı kaldıramazdım; ama çaresiz yüklendim. Doğal olarak başaramadım. Sonunda cesedi üç kişi kaldırdık, cipe koyduk. Subay, eliyle cesedin yanını gösterdi, sen de bin, dedi. Annem ağlamaya başladı; ancak Alman hiç umursamadı. Cipe bindim, cesedin ayak ucuna oturdum. Araba bir süre anayola doğru gitti ve işlenmemiş bir tarla kıyısında durunca indik. Subay, elime bir kazma verdi. Sert bir sesle bir şeyler söylerken eliyle mezar işareti yaptı. Toprağı kazmaya başladım." ( Çiftçi Diplomat- Ömer Aras)

Devam edemiyorum. İşgalde miyiz ki o fotoğrafla bu anı arasında böyle bir bağ kuruyorum, diyorum kendi kendime. Ama o bir metre geride duran tutukevi aracı.Kara gözlüklü adamlar. Acaba Doğan Yurdakul azılı bir katil ya da Deniz Feneri, PKK ya da KCK tutuklusu olsaydı aynı fotoğrafı çekmek mümkün olabilir miydi, diye soruyorum bu kez kendime. 

Şimdi birileri, Doğan Yurdakul'un yaşadıklarını bana, sana, ona yaşatmak isterse kim engel olabilir? Halk mı, yargı mı? İçimde öfkeye benzer bir şeyler tetikleniyor. Bir an Doğan Yurdakul oluyorum.

Hangi magma daha yakıcıdır

Böylesine bir ayrılıktan

Hangi zaman dindirebilir

Böylesine bir fırtınayı

Toprak, su, hava, ateş

Ne varsa varlığa dair

Alfabesi göğüs cebindedir

Artık kırım ve kıyımlar

Kıyamın amentüsü bilinecektir.

dizeleri dökülüyor dilimden, İçimdeki fırtına diner gibi oluyor. Bir kez daha anlıyorum:         

Şiir, ruhu sağaltan en değerli ilaç. De ki melat süngeri. Öfkeyi, acıyı binlerce gözeneğine çekip yumuşatıyor.

Hayatın izini sürmek için tekrar gazetelere dönüyorum. Doğrusu medyamız, günümüz devlet yöneticilerini bu tür görüntülerin vebalinden aklamakta çok mahir.

Devletlu gazetecilerimiz: "Bu fotoğraf için ne düşünüyorsunuz?" diye sormuşlar.  

Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız da  "Bunlar kötü uygulamalar, kötü uygulamalar... Üzüldüm  doğrusu gerçekten." demiş.

Ne demesini bekliyorlardı ki! 

Üzülmek insani bir duygu. Elbette cumhurbaşkanları da üzülür. Ama devleti

yönetenlerin üzülmek dışında yapmaları gereken görevler yok mu?

Bence devlet yöneticilerinin, "Ben bu görüntülerin doğmaması için ne yaptım?"

sorusunu vicdanlarına sormaları, üzülmelerinden daha yararlı ve gereklidir?

Benim insan yanım da devlet anlayışım da bana bunu söyletiyor.

Sahi sizce bu toplumun yüzde kaçı Japon mühendisi intihara götüren değere sahiptir. Bir fikri olan lütfen söylesin.

YAZARIN DİĞER YAZILARI