BÜLBÜL AVAZI
“Gece bülbül şakımalarıyla şiire durmak…” diyecek oldum.
Toplumcu yanım hemen atıldı:
“Yahu kardeşim, memleket yanıyor, sen gül bülbül teranelerinden söz ediyorsun."
Eskiden olsaydı, bu yanımın sesini duyar duymaz hazır ola geçerdim. Bu kez tınmadım. Yakanlar düşünsün. Ben artık yananların lafçısı değil, kader ortağıyım.
Gün doğarken başlayıp gün batana dek süren toprakla halleşmenin çıkarımları ağır mı ağır. Ama Ankara’nın vıdı vıdılarından sıtkım öylesine sıyrılmış ki gece kalbim, bülbül seslerine sığınarak kendine gelebiliyor.
Bakmayın Muğla türküsünün; “Aman da aman yaylada bülbül ötmesin” demesine. “Benim de yârim şu yayladan gitmesin.” demeye ayak o. Bana göre “Bülbülsüz yayla, susamsız helva”
İkide bir parmaklarımı tuşlardan çekip bülbülleri dinliyorum. Ben bu yazıyı gündüz de yazarım. Ya bülbülleri dinleyebilir miyim?
İnsanın, en başarısız yanı hayatın önceliklerini belirleyememek. Çok gerekliymiş gibi gördüğümüz şeyler çoğu zaman hayatımıza hiç değer katmayan şeyler.
80 milyonun hayatını, 7 adamın işgal etmesinden daha garip bir şey olabilir mi?
“Bülbüller ötüyor seher vaktidir yandım aman aman
Gülbade içelim vahar vaktidir.”
Anımsar mısınız darbelerin, ihtilallerin türkücüsü Hasan Mutlucan’dan dinlerdik bu Rumeli türküsünü.
Şimdi darbeler bile illet, zillet makamında.
Aynı gemide miymişiz?
Yok canım o da nereden çıktı?
Ben yayladayım. Gemilerle gemiciklerle haşır neşir olanlarla işim olmaz.
Serçeler ortalığı velveleye vermeden; horoz sesleri, köpek sesleriyle harmanlanmadan bülbüllerin şarkılarını iliklerimde hissetmeliyim.
“Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle”
Bülbül, neden ağaran vakte kadar ağlar ki?
Gecenin karnındaki sabaha inandığından olmasın.
“Evet, sabah olacaktır, sabah olursa, geceler
Geçer, kıyamete dek sürmez; en sonunda bu gök
Bu mavi gök size bir gün acır; usanma sakın.”
İlkbahar Ekinoksunda rahat bir nefes alırız demiştik. Amma Nazım gibi “Yedi tepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü” dedirttiler. Eh ne yapalım biz de Yaz ekinoksunda görürüz işimizi.
Acep saray bülbülleri şimdilerde neyler, ne söyler ki!
"Altın tasta gül kuruttum aman Ali'm
Yari sinemde uyuttum,
Yar söyledi ben unuttum aman Ali'm
Ben kül oldum yane yane Ali'm
ya da
Bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste
Ötme bülbül yarim haste
Ah neyleyim, şu gönlüme
Yok yok. Ne güzel de anlatırdı rahmetli annem:
Bülbülü altın kafese koymuşlar. Ah vatanım vah vatanım, diye ağlarmış. Bunun vatanı nere ola ki demişler ve salıvermişler. Bülbül uçmuş, bir çakır dikene konmuş. Demişler ki, demek ki vatan diken de olsa özgürce yaşanan yerdir.
Bülbüller saraylarda kafeslerde değil, böyle kesiklerde, irimlerde özgür ötmeli.
“Kesiklerin otlarını, kürlerini biçmeselr; tarlaların kenarına duvar çekmeseler…”
“Yaylanın şahdamarı irimler. İrimler biterse yayla da biter.”
“Hımm demek ki yaylanın da beka sorunu var.”
“Sakın irimleri Amerikalılar, kesikleri de Ruslar hallediyor olmasın!”
Bu yaylalılar da çok tuhaf. Lafı nereden söyleyeceklerini kestiremiyorsunuz. Yerin kulağı var değil mi ya! Malum “Bülbülün çektiği dili belasıdır.”
“Bir gülü kokluyorum
Yaprağı tül, hareleri fettan
Aklım şaşkın,
Yüreğim bülbülden yanık
Hangi dikene konsam
Kanıyor bir yanım.
Ah benim bülbül avazım. Son nefesimde bile dikenim diye ağlayacağımdan adım gibi eminim ben.