DENİZ BENİM SIĞINAĞIM

DENİZ BENİM SIĞINAĞIM

 

Dün "Bodrum'un Mavi Yıldızları" ndan Mustafa Şanlı'nın mekanında bir başka yıldızımız Halil Aktaş'ı dinledik.

Halil Kaptan, 12 Eylül Faşizmini en derin yaşayanlardan biriymiş. Bilmiyordum. Yanı başımızda hayatın sillesini yiyen nice insan var; ne yazık ki ben merkezlilikten, aynaya bakmaktan çevremize bakmaya zaman bulamıyoruz. Duyarsız ve yalnızız.

"Oğlummm, Halil, Halil'im! Bırakın oğlumuu!"

"Anamım çığlıkları hâlâ kulaklarımdadır." diye anlatmaya başlıyor 12 Eylül günlerini:

Ben ne zaman göz altına alınsam karakol çevresine gelir feryatlarıyla yıkardı ortalığı.

Ana yüreği bu. Tek oğluyum ben. Beni yokluklar yoksulluklar içinde yetiştirmiş. 13 yaşımdan beri beni her yaz vurgun korkusuyla beklemiş. Oğlum sağ salim gelsin, diye gün saymış.

Şimdi korkusu çok daha derin. Oğlu içeride, oğlu çaresiz. Oğlu rehin, tutsak. Devlet, oğluna işkence ediyor.

İşkencenin acısını bir kat daha artırırdı anamın çığlıkları.

Geriş - Bodrum arası kaç kilometre bilir misiniz?

Onca yolu, gece yarılarında tek başına kaç kez yürüdüğünü ben bile sayamam.

Gelip tarladan alıp giderlerdi. Öküzlerin boynunda boyunduruk, arkalarında saban... Çözmeme bile izin vermezlerdi.

Gelip kahveden alırlardı, evde sofra başından kaldırırlardı, güverteyi yıkarken tekneden alıp giderlerdi...

"Ne oldu yine?" bile dedirtmezlerdi.

Sıkıyönetim var.

Mümkün mü direnmek? Gitmemek mümkün mü?

Çaresiz düşerdim önlerine. Arabaya biner binmez başlardı dayak. Palaska, cop, dipçik ve elbette yumruk...

Galiba karakol komutanı Gaffar'ın kum torbası olmuştum.

O anlattıkça o yıllar yeniden canlanıyor gözümde. Sanki Sevgi Soysal'ın Şafak'ını, Erdal Öz'ün Yaralısın'ı, Kaan Arslanoğlu'nun Devrimciler'ini, Mehmet Eroğlu'nun Yüz: 1981'ini, İlhan Selçuk'un Ziver Bey Köşkü'nü yeniden okuyorum.

Bu ülkede Ziver Bey Köşkü hiçbir zaman yalnız İstanbul'da olmadığı gerçeğiyle bir kez daha yüzleştiğimi fark ediyorum.

***

Halil Kaptan'la yıllardır görüşür konuşurduk; bunlardan tek kelime söz etmemişti.

"Bu bitmez hınç, bu nefret, bu kin neden?" diye geçiriyorum içimden.

"Benim anam, Geriş'in babama rağmen Demokrat Partiye oy vermeyen Kara Firdevs'iydi. O, beni Atatürk ve cumhuriyet sevgisiyle yetiştirmişti. Ben, kendimi bildim bileli CHP'liydim. Ama bizler, onlara göre komünisttik."

Elini tutup "Kaptan, diyorum. Bu ülkede halktan, haktan ve eşitlikten yana olan; Atatürkçü, demokrat ve Cumhuriyetçiyim diyenler onlar için hâlâ komünist değil mi?"

Sesinde buruk bir gurur:

"Ben ilkokuldan sonra okumadım. Daha doğrusu okul yoktu, okuyamadım. Ama anam okumam için beni hep teşvik etti. Ben her gün, Cumhuriyet ve Milliyet alırdım. Nokta dergisine aboneydim. Param yoksa, başka bir şey için asla elini cebine sokmazdı; ama dergi ve gazetelerim için asla ikiletmezdi. Yaz başında süngere gidince gazete ve dergilerim annem ya da eşim onları ben gelene dek biriktirirdi."

O zamanlar Geriş, 200 nüfuslu küçücük bir köydü. Yalıkavak'ta; hatta Bodrum'da bile herkes birbirini tanırdı.

Eh haksızlığa da pek tahammül edemezdim hani.

Sesindeki öfke birden diniyor.

"Sizce karakol komutanının kulağına birileri bir şeyler üfürmese beni niye ikide bir içeri alıp işkenceye yatırsınlar?"

Sorusunun yanıtının anlattıklarının içinde olduğunu çok iyi biliyor.

Yüzünde acı bir pişmanlık gülümsemesi .

"12 Eylül günü Dikili açıklarındaydık." diyor. Akşam limana yanaşırken bir şeyler olduğunu fark ettik. Bir subay geldi. Bize, 'Ya burada limanda kalacak ya da Bodrum'a gideceksiniz.' deyince 'Avlanamayacağız bari evlerimize gidelim." dedik. İki günde Bodrum'a geldik. Limana demirledik. Ben eşyalarımı topluyordum ki dışarıdan Halil Aktaş diye bağırdılar. Tutuklanacağım aklımın ucundan bile geçmemiş. Buyurun benim, dedim. Seni tutukluyoruz, dediler. Suçum ne bile diyemeden beni nezarete attılar.

Başını kaldırıp denize doğru bakıyor. Gözleri belki akşam rüzgârında oynaşan sularda, belki de Küdür'ün ötelerinde ufku saklayan puslu mavide mırıldanıyor:

"Oysa daha iki gün önce devrim oldu diye havalara sıçramıştık biz. Yolunu gözlediğimiz devrimin, faşist bir darbe olduğunu nereden bilebilirdik?"

Ogünleri anlatırken yüzüne yapışan pişmanlık gülümsemesinin bu ülkenin nice devrimcisinin, demokratının ve Atatürkçü'sünün yüzünde görebileceğimizi hangimiz bilmiyor ki?

....

İyice soğuyan çayından ilk kez büyük bir yudum alıp ağzında hiç tutmadan yutuyor:

"Ben, karada yaşadığım her acıda, kötülükte hep denize sığındım. Öfkemi deniz dibine gömdüm; kinimi, nefretimi deniz rüzgârlarıyla yıkadım. Bu yüzden deniz benim sığınağım" diyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI