FLAMENKONUN KOKUSU
Bodrum Bale Festivalleri, Flamenkosuz geçmiyor desek, yanlış olmaz. Antonio Gades, Rojas y Rodriges, Los Vivancos son yılların değişmez isimleri.
Flamenkonun bu yılki temsilcileri de Rosario, Ricardo, José Castro Romero’nun kurduğu “CastroRomeroFlamenco” topluluğuydu.
Flamenko ateşi, rüzgârı derken bu kez de “Esencia Flamenca” Flamenkonun Kokusu’nu izledik.
Grup Afyon ( Opium) ile başlayan; “Tarçın Çubuğu”, “Karanfil”, Sandal ( dağ çileği), “Portakal Çiçeği”, “Mayıs Gülü”, “Lavanta” ve “Rezene”den “Nane”ye kokulu bitki adlarıyla adlandırdıkları on bölümden oluşan bir program hazırlamış.
Gösterinin müziklerini, Miguel Linares ve Daniel Monge hazırlamışlar. Ancak üç eserde İsaac Albeniz, Zenet ve Francesco Tarrega’dan esintiler söz konusuydu.
“Endülüs” ve “çingene” denildiği an aklımıza gelecek ilk sözcük kuşkusuz “Flamenko” dur. Flamenko, Endülüs kırlarının, Sevilla’nın, Cadiz’in, Malaga’nın, Granada’nın yoksul ve çileli halkının müziği ve dansının adıdır.
O dansın ve müziğin sahipleri, Hindistan’dan göçüp gelen çingenelerdir; Cebelitarık’ı geçen ve bir türlü İspanyollaştırılamayan Magripliler ve Yahudilerdir.
Flamenkoda kadın vücudunun ve elinin en kıvrak ve uyumlu dansını görürsünüz ki bu size ister istemez Hintli kadınları anımsatır.
Erkek dansçıların tüm hünerleri ayak bileklerindedir.
Flamenko şarkıcıları, şarkı söylemez; haykırırlar. Bu bir isyandır, başkaldırıdır. Acının, yoksulluğun, dışlanmanın, ezilmenin tarihi vardır o şarkılarda.
Aşk, vardır; aklı baştan alan afyon “opuim” olur. Aşık kendisinden geçer, Lorca’yla Zorongo dillendirir:
“La luna es un pozo chico,”
Las flores no valen nada,
Lo que valen son tus brazos
Cuando de noche me abrazan.
“Ay küçük bir kuyudur.
Çiçeklerin değeri yok
Kolların değerlidir
Gece beni sardığında”
Aşk vardır; karanfil kokar. Francisco Tarrega’nın “Elhamra Anılarını” bulur buluşturur; ter olur, akıp gidersiniz geçmişinize.
Aşk vardır; Tarçın çubuğudur, kekre…
Aşk vardır; lavanta kokar… Mayıs gülü olur; açar çiyli sabahlarda. İsaac Albeniz’in gitarının tınıları arasında yiter gidersiniz.
Flamenko, has kırmızıdır. Tutkuyu savurur şalında dansçı. Miguel Hernandez olur, en sevdiğinize; mesela hapishaneden çocuğunuza seslenirsiniz:
Tu risa me hace libre, /me pone alas / Soledades me quita
Gülüşün özgürlüğümdür,/ Gülüşün kanat bana / Koparır yalnızlığı içimden
Üç kardeş, üç beş de arkadaş, taa İspanya’dan Akdeniz’in en uzak ucundan kalkıp Bodrum’a geliyor ve Bodrum Bale Festivali gibi uluslararası bir festivalde, bize, kendi topraklarının hikâyelerinden süzülen ezgilerini, danslarını sunuyorlar.
Alkışlıyoruz; çünkü kendi kültürlerinin her parçasını iliklerinde hissediyorlar.
Alkışlıyoruz; çünkü değerlerini, müziğin ve dansın evrensel potasında gerektiği gibi yoğurmuşlar.
Endülüs, İspanya’da 87 bin km2 toprakları olan 8 milyonluk bir özerk bölge. Yani artı eksi Ege Bölgemiz kadar bir yer. Endülüslü dansçılar ve müzisyenler dünyanın her yerinde.
Ya biz neredeyiz?
Bu topraklar, Endülüs’ten kültürel bakımdan daha mı yoksul? Bizim folklorumuz daha mı sığ?
Atatürk’ün 1930’ların başında “Artık Avrupalılara ‘Bizim de mükemmel bir dansımız var’ diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, gösterilerimizde oynayabiliriz.” dediği zeybeklerin, baleye uygun olmadığını kim savunabilir?
Benim aklımda, okuma yazma öğrenmeden, davul zurna çalmayı öğrenen Dibekdere çocukları, Üzümlü’nün delbekleri…
Daha toprağı bile kurumayan Hayri Dev’i bu yazıyı okuyan kaç kişi bilir? Çam düdüğünü, sipsiyi, curayı; Özay Gönlüm’ün yarenini…
Bu coğrafya da en azından Endülüs coğrafyası kadar kültür çeşitliğine ve derinliğine sahip. Ama bir şey eksik:
“O kültürü evrensel değerlerle buluşturmayı hedefleyen bilinç.”
Elimde sevgili Şafak Uçar’ın “Çiçek Başlı Kadınlar” başlıklı Çomakdağ kadınlarının fotoğraf projesi. Şafak, kaç yıldır, bu projeyi bastırmak için çalmadık kapı bırakmadı. Nedense yüzyıllar sonrasına ışık tutacak bir çalışmaya el uzatan yok.
Bence, “Muğla Folklör Araştırmaları Enstitüsü” kurmanın zamanı çoktan gelmiş geçmiştir. Rektörlüğüyle, valiliğiyle ve belediyeleriyle bir araya gelip böyle bir kurumu hayata geçirmek ve uluslararası sanat festivallerinde yöremizi tanıtacak evrensel eserler yaratmak, hiç de zor olmasa gerek.
Siz ütopya deyin isterseniz! Benim için “Çiçek Başlı Kadınları” bir bale oyununda seyretmek uzak bir hayal değil.
Siz istediğiniz kadar, Zorba’nın sirtakisin önünde oynayın ve bunun bizim kasap havası olduğunu düşünmeyin bile, ben zeybeklerin ta ibakkalardan gelen danslarının, en az fandangoslar, siguriyaslar, alegriaslar kadar derin, zengin ve anlamlı olduğunu savunmaya devam ederim.
Hikâye mi dediniz?
Dünyaya ışık saçmış bu coğrafyanın tarihinde hikâyeden bol ne var ki?
Yeter ki kendimize bakmasını bilelim.
Yeter ki kendimizin “örnek alan” değil, “örnek olan” olduğumuzun farkına varalım.