Bodrum'a şıkır şıkır yağmur yağıyor. Gözlerimi kapatıp dakikalarca damlaların çatıdaki tıkırtısını dinledim. Sanki Yatağan Termik Santralinin yerle bir ettiği bağ evimizdeydim. Dilime, çoktan unuttuğum dizeler dolandı.
Değirmenci fenerinin isi
Dolana dolana tavanda iz yapar
Ot şilten, eğri büğrü duvarlar
Hep salyangoz izi parıldar
Bahar geldi sanırsın
Oysa yıl dört mevsim bahardır bu kentte.
Kiremitlerdeki tıkırtıdır şimdi bahar
Ninni söyler sana
Uyursun uyanırsın
Yeni bir gün başlar.
Gerisini anımsayamadım. Kalkıp eski defterleri, dosyaları karıştırdım. Neden sonra gençlik yıllarımda sevdiğim şairlerin şiirlerini yazdığım eski defterlerden birinde buldum.
Ilık bir yaz akşamı sanırsın
Yıldızlar pırıl pırıl gökte
Oysa bir yağmur sonrasıdır
Uzun ayrılık günlerinin
Özlemini çıkarır yıldızlar.
Mayıs 1967'de, 17 yaşındayken yazmışım bu şiiri.
Karanlıkta,
Uzaklardaki kent ayağına gelir
Alıp götürmek ister seni
Gözlerinde canlanır
Cıvıl cıvıldır caddeler,
Belki de sinema dönüşleridir
Parklar aşk yatağı olmuştur şimdi.
Her şairin, yazarın, ressamın. bir coğrafyası var. Nereye giderse gitsin, dönüp dolaşıp aynı coğrafyadan besleniyor.
O yıllarda köylerde elektrik yoktu. Yatağan'ın ışıkları gece saat on bire kadar yanardı. Keşke köyümüze de elektrik gelse, derdik. Geldi; ama anamın babamın ömrünü, bizim çocukluğumuzu, ilk gençliğimizi uğruna tükettiğimiz bağlarımızı, bahçelerimizi elimizden alarak.
Topraklarımızı yok pahasına istimlâk eden de; otuz yıldır insanlarımıza zehir solutan da; istimlak ettiği topraklarımızı yarattığı sermayeye peşkeş çeken de; yoksul köylüleri açgözlü sermayeye işçi diye sunan da aynı devlet.
Şiirime yerleşen ve bir türlü söküp atamadığım o acı, karşıcılık, o isyan çocukluğumun coğrafyasının paramparça edilmesinin sonucu olmalı.
***
Güdük, halk arasında yaygın kullanılan bir sözcük.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü bu sözcüğü " Eksik yanı olan, tamamlanmamış, kısa; kuyruğu kesik ya da kopmuş; yetersiz, sonuç vermemiş" olarak açıklıyor.
Aydın Karacasulular da hileci insanları "güdük" olarak nitelerlermiş. Hileciliğin en geçerli değer olduğu günümüzde hilecilerin kişisel gelişimini tamamlayamamış olarak görülmesi ilginç.
İnsanımızın şubata güdük demesi elbette onun diğer aylara göre daha az gün sayısına sahip olmasından. Değilse şubat, doğanın büyük değişimlerini yaşadığı bir ay. Cemreler havaya ve suya (20-27 Şubat) bu ayda düşüyor. Toprağa düşecek olanın da eli kulağında (6 Mart).
Bu yıl şubat bizleri mutlu edecek bereketi sunmadı. Hele siyaset, ekonomi, toplumsal olaylar?
Artık her gün mutlaka konuşan, her şeye müdahale eden, ülkeyi kendi düşleri doğrultusunda sınır tanımaz bir hırsla dizayn eden bir cumhurbaşkanımız var.
Her şey birbirine karışmış durumda. Kiminle konuşsam karamsar ve umutsuz. Toplumsal duyarlığı yüksek insanlarımız kuşatılmışlık duygusu içinde; geniş kitlelerse duyarsız.
Kadın cinayeti işlenmeyen bir gün yok. Sübyancılık hortlamış. İş kazaları sağanak gibi.
Güdük siyaset, güdük toplum.
Bence, şubata güdük diyerek haksızlık ediyoruz. Keşke yaşadığımız ortamı şubat ayı kadar değiştirip dönüştürecek, uyandıracak gücümüz olsa; bizden sonraki zamana şubat gibi umut taşıyabilsek.
Şiir defterimi açıyor, kaldığım yerden okumaya devam ediyorum. Bu kez de Çek şair Petr Bezruc sarsıyor beni.
"Bensiz, ulusun çiçeği bensiz
Bensiz özgürlük, coşkunluk"
.
Deve dikenleri, yakıcı ısırganları
Gözyaşlarımı, dikenleri, fırtınaları hep söyledim.
Heyhat! Silezya'nın çocuğuyum ben
Öğrenemedim başka türlü konuşmayı
"Silezya" sözcüğünü çıkarıp "Türkiye" sözcüğünü koyuyor, döne döne okuyorum şiiri. Yazık ki böylesine güdüklükler karşısında şiir, bir sığınaktan başka bir şey değil.