GÜNAYDIN
Bugün biz köy enstitülü büyüklerimizin yarattığı vahalarda yetişen öğretmen okullular için çok özel gün.
Köy Enstitüleri yoksul Anadolu halkının aydınlanma projesiydi.
Ağalar beyler, şıhlar şeyhler istemediler. İstediler ki bu halk karanlıkta boğulsun, kendileri halk sırtından sefa sürsünler...
Kara günün kararıp kalmayacağından eminiz.
Bu günler de geçecektir.
Unutmayacağız unutturmayacağız.
78. YILINDA KÖY ENSTİTÜLERİ
Size hiç büyük ikramiye çıktı mı?
Bana çıktı.
Aklınıza hemen şu piyangolar, lotolar, totolar, iddialar derken televizyonlarda her gün bir yenisi başlayan zahmetsiz para kazanma köşeyi dönme atraksiyonları geldi değil mi?
Benim kastım bunlar değil. Üstelik bana emeksiz kazanmanın mutlaka birilerinin cebini gizli ya da açık, doğrudan ya da dolaylı tırtıklamak olduğunu öğrettikleri için böyle şeylere değer vermem.
Bence en önemli ikramiye sağlıktır. Sonrası kendinizi daha iyi, daha mutlu, yararlı insan yapabilme şansını yakalamaktır.
Sağlığımız aman aman olmasa da bizi bu günlere getirdiğine göre, şanslı sayılırız. Benim büyük ikramiyem, iyi insan olmanın yollarını kavratan bir eğitim alabilmedir.
O eğitim sayesinde sormayı, sorgulamayı, düşünmeyi, araştırmayı, biçimlendirmeyi, sunmayı; güçlüklerden yılmamayı, insanı sevmeyi, yaşamın sürüp gitmesi için evrensel duyarlılığı öğrendim.
Benim büyük ikramiyem eğitimimin uzunca bölümünü Isparta Gönen İlk Öğretmen Okulu’nda alma fırsatı yakalamamdır. Orada okumak bir ayrıcalıktı.
Düşünsenize 1960’larda yirmi kişilik sınıflarda okuyor, kalorisi hesaplanmış yemeklerle besleniyor, sporun, sanatın ve bilimin her alanında kendi kapasiteni ve yeteneklerini sınayabiliyor, yarın ne olacağım kaygısından uzak hayata hazırlanıyorsunuz.
Bir okul düşünün; binlerce kitabı, sanat edebiyat dergilerini ve günlük gazeteleri okuyabileceğiniz kütüphanesi var.
Bir okul düşünün; fizik, kimya ve biyoloji laboratuarları var. Bu laboratuarlarda öğrencilerin her biri kendi deneylerini gerçekleştirebileceği araç gereci bulabiliyor.
Bir okul düşünün; doktoru hemşiresi hastabakıcısı bulunan bir reviri var.
Bir okul düşünün; Türk ve dünya bestecilerinin eserlerini dinlediğiniz, yeteneğinize göre bir müzik aleti çalabildiğiniz ses geçirmez odaları bulunan müzikhanesi var.
Bir okul düşünün; demiri, ağacı işleyip araç gereç yapabildiğiniz işlikleri var.
Bir okul düşünün; gösteri salonunda öğrenci koroları, tiyatroları gösteriler sunuyor. Vizyona yeni girmiş filmler ileniyor, neredeyse her ay tiyatro grupları oyunlar oynuyor; öğrenciler ülkenin en ünlü oyuncularıyla söyleşiler yapıyor.
Bir okul düşünün; öğrenciler resim atölyesinde daha 12 yaşında ulusal ve uluslar arası üne sahip ressamlarla tanışıyor.
Bir okul düşünün; atletizm pisti, yüzme havuzu, voleybol, basketbol, futbol sahaları ve kapalı spor salonu var.
Bir okul düşünün: bağlarından üzüm, bahçelerinden kiraz yediriyor öğrencilerine. Sabah kahvaltısında sunulan süt ve yumurta kendi ahırlarından ve kendi kümeslerinden geliyor.
Bir okul düşünün: öğrencilerine her yıl bir yurt kösesine on günlük gezi armağan ediyor.
Üstelik bu okul, öğrencilerine bunca hizmeti devletten çok az para alarak gerçekleştiriyor. Çünkü onun döner sermayesi var.
Söyler misiniz, günümüz Türkiye’sinde hangi öğrenciye böyle bir ikramiye vurabilir?
Bizler böyle bir okula bir köy çocuğu olarak geldik, Atatürkçülüğün bir çağdaşlaşma projesi olduğunu kavrayarak öğretmen olduk.
Hepimiz ülkemizin geri kalmış bölgelerinde öğretmenlik yapmak istedik. Çünkü yoksul halkın vergileriyle sırtımız ceket, ayaklarımız kundura görmüştü.
Defterimizi, kitaplarımızı, aşımızı, sıcacık yatağımızı bize veren devlete her koşulda hizmet etmek boynumuzun borcuydu. Anadolu’ya gidecek, cehaleti yenecek, ülkeyi Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracaktık.
Biz bir geleneğin devamıydık. Bize bırakılan meşaleyi daha iyi daha güze taşımaktı görevimiz. Bu gelenek bize Fakir Baykurtlardan, Ahmet Yamacılardan mirastı. Okuduğumuz sıralarda, yattığımız yataklarda, yemek yediğimiz masalarda, yıkandığımız kurnalarda, gölgesinde dinlendiğimiz ağaçlarda onların alın teri vardı.
Bizler Köy Enstitülerinin yarattığı vahalarda yetişen köy çocuklarıydık. Bu yüzden aslımızı hiç unutmadık. Köy Enstitülerinin 78. kuruluş yıldönümünde okurlarımı değerli öğretmenim Özbek İncebayraktar’ın dizeleriyle selamlıyorum.
KÖY ENSTİTÜLERİ
Onlar,
Köy çocuklarıydı.
Geldiler,
Yalın ayakları,
Ve
Yırtık mintanlarıyla geldiler
Gönen'e, İvriz'e, Kepirtepe'ye.
Unutulmuşlar bin yıldır.
Ferhat oldular,
Yardılar İdris Dağını,
Gürül gürül akıttılar suyunu
Hasanoğlan'a.
Köroğlu oldular,
Kafa tuttlar Bolu Beylerine,
Yıktılar saltanatını ağaların.
Horon teptiler,
Beşikdüzünde kol kola.
Halay çektiler,
Yıldızelinde türkülerle.
Diz vurdular ortaklarda efece.
Siz
Her gece,
Mehtaba çıkarken Heybeli'de,
Onlar:
Duvar ördüler,
Çatı çattılar.
Yıldızlara bakarak yaz geceleri,
Harman yerinde yattılar.
Kazma salladılar yorulmadan,
Kerpiç döktüler
Kerpiç.
Sızlanmadılar hiç.
Yakıştı ellerine
Kitap ve çekiç.
Başladı yurt harmanında imece.
Bir gece;
Karanlık inlerinden gizlice.
Brütüsler çıktı ansızın.
Çektiler zehirli hançerlerini
Vurdular sırtlarından haince.
Aydınlık bir Türkiye gelir aklıma
Kalkınmış bir Türkiye gelir.
Köy Enstitüleri deyince.