HIRS
Hırs sözcüğünü günlük yaşamımızda hem olumlu, hem olumsuz anlamda kullanıyoruz. Bu kullanım biçimi anlam karışıklığına yol açıyor. Söz gelimi bir veli : ”Çocuğum hırslı değil.” derken, çocuğun başarma isteğiyle dolu olmadığını; ama çok hırslı, dediklerinde de arkadaşlarını geçmek, birinci olmak hevesiyle dolup taştığını anlıyoruz. Peki bunun orta yolu yok mu?
Başarma isteği olumlu bir duygudur.... Çünkü bu istek sayesinde yaşam için daha iyi koşullar yaratırız.
Anatole France: “Hırs deyip geçmeyin; bu dünyada büyük olarak ne yapılırsa onun sayesinde yapılır.” derken konuya bu açıdan yaklaşmaktadır. Hırssız kaç devlet adamı yaşamıştır dünyada, hangi büyük sanatçının nabzı bu duyguyla atmamıştır ki? Gazetelerde her gün sporcular için yazılan: “hırs basmak”, ”hırs küpü”, “hırs depolamak“ türünden deyimler başarma isteğinin abartılı anlatımları değil midir?
Hırs, bir şeye aşırı tutkunluk, sonu gelmeyen isteğe dönüşürse akıl ve mantıktan yoksun yoksun kalır. Aristoteles’in “Hırs ve tamahın başladığı noktada saf duygular sona erer.” saptaması da bu doğruyu belirler. Para hırsı, mal mülk hırsı, koltuk hırsı... gibi tutkuların hangisinde saf duygular barınabilir ki? Hz. Muhammed: “İnsanoğlu kocar da onda iki huy; hırs ve tül-i emel (tamah, bitmez tükenmez istek) gencelir.” hadisiyle sanki yenik düştüğümüz bu duygularımız yüzünden bizlere sitemde bulunuyor gibidir.
Hırs başka canlılarda olmayan bir duygu. Hiçbir arslan hırsından çatlamıyor, kaplana kızıp hırsını ceylandan çıkarmıyor.
Lübnanlı şair filozof Khalii Cibran’ın “Ermiş” adlı eserinde geçen şu bölümü okuyalım :
“… bize Düşünce ve Hırs’tan söz et, dedi:
Ve El Mustafa yanıtladı:
Çoğu kez ruhlarınız bir savaş alanı gibidir ve burada düşünceniz ve yargılamanız, hırs ve doyumsuz iştahınızla mücadele içindedir. Keşke elimden gelse de, içinizdeki unsurların ahenksizliğini ve rekabetini birliğe ve ahenge çevirerek ruhlarınıza huzur ve barışı koyabilsem. Fakat, kendiniz barışı ve içinizdeki unsurları sevmedikçe benim elimden ne gelir ki? Düşünceniz ve hırsınız, engin denizlere açılmış olan ruhunuzun dümeni ve yelkenleridir.
Eğer dümeniniz ya da yelkeniniz kırılacak olsa, bocalayıp çarpmaktan ya da denizin orta yerinde çakılıp kalmaktan öte hiçbir şey yapamazsınız. Çünkü düşünce kendi başına buyruk kesilirse, bağlayıcı olur ve hırs, yönetimsiz kalırsa, kendi sonunu getirinceye dek yanacak bir aleve benzer.
Bu nedenledir ki, bırakın ruhunuz düşünceyi hırsın doruklarına dek yüceltsin ki, orada şarkısını söyleyebilsin.
Ve bırakınız ruhunuz düşünceyle hırsınızı yönetsin ki hırsınız, kendi küllerinden her gün yeniden doğan anka kuşu gibi, her gün kendi bozgunundan yeniden doğarak yaşayabilsin."
Kolay mı bunu yapabilmek? Ermiş değil ki herkes.
“ Kaplumbağa hacca gitmek istemiş, onu görenler:
- Delirdin mi, bu yürüyüşle Kabe’ye nasıl varırsın, demişler...
Kaplumbağa:
- Hiç değilse bu uğurda ölürüm ya! diye yanıtlamış onları.
Kim, küçümseyebilir kaplumbağayı, ülküsüne ulaşma isteğine kim karşı çıkabilir ki? Her insanın kendisine hedefler koyması ve bunlara ulaşabilmek için kaplumbağa olması gerek. Ancak başkalarına zarar vermeden, başkalarının mutsuzluklarına yol açmadan...
Hayatın sonsuz akışını sürdürebilmesi adına verdiğimiz her uğraş, anka kuşa gibi her gün kendi küllerimizden doğurmalı bizi. Kendisini sonsuz bir varlık olarak görüp mal mülk, iktidar tutkusuyla yanıp tutuşanlara başka nasıl dur diyebiliriz.
HAT, Genç Mektuplar, Babil Kitapları..