İYİSİ YOK, KÖTÜSÜ ÇOK BİR MASAL
Bu yaşta masal da okunmaz biliyorum; ama gerçekler de kimsenin umurunda değil. Hele bir de masal olarak anlatalım bakalım kaç kişi okuyacak.
Dün Dünya Hayvan Hakları günü’ydü. “İnsanın insana ettiğini, hayvanın hayvana etmiyor.” diyerek…
Zaman zaman içinde şu uçsuz bucaksız evrende, Ademia adında küçük bir gezegen varmış. O gezegende de her hayvan değerliymiş. Ama domuz kendisini herkesten daha çok değerli görür, bu gezegen benden sorulur dermiş. Öylesine açgözlü, öylesine hak bilmezmiş ki nerede ot yeşerse, nerede bir varsıllık filizlense hemen oraya dikermiş gözünü. Kafasına koyarsa yok etmeyi, ne ahlak dinlermiş ne kural. Onda bahane mi yok, uydururmuş bir şeyler. Önüne çıkan her engeli şerle, hileyle; olmazsa kaba güçle yok edermiş. Yanlışlıkla birisi tırnağına bile dokunsa geçmezmiş bir türlü öfkesi.
Domuz domuzluğunu yalnız yapmazmış elbette.
Mesela bir aslan varmış. O da kendisini eşsiz görürmüş. Hatta günün birinde o gururla dalıvermiş bütün hayvanların arasına. Yakmış yıkmış ortalığı. At, boğa, horoz, tilki; hatta ayı perişan olmuşlar. Domuz bakmış ki saltanat elden gidecek; dişlerini şöyle bir geçirmiş gövdesine, yere sermiş ve tek tek sökmüş pençelerini. O aslan şimdilerde tuvalete bile domuzdan izin almadan gitmezmiş.
Bu yaşananlardan sonra domuzun gezegendeki bütün hayvanlara haber salmış:
Barış için bir benim safımda yer almalısınız.
At, horoz, boğa koşmuşlar efendilerine. Kurda da haber salıp “Bak arkandaki ayı, seni yiyecek.” diye korkutunca kurt da katılmış aralarına. Ayı da kendi çevresindeki hayvanları toplayınca çıkmış yine savaşa bahane.
Bir de tilki varmış ki, domuzun her oyununu o kurar, domuzu parmağında oynatırmış.
Domuzla ayı yıllar yılı bahaneler üretir, oyunlar kurar diğer hayvanları birbirleriyle kapıştırır, onların tek başına hareket etmelerine asla izin vermezlermiş.
Gezegenin ortasında develerin yaşadığı bir bölge varmış. Develer çalışmayı sevmez, günlerini gölgede geviş getirerek geçirirmiş. Develerin dağlarında ot bitmez; ama yeraltı nehirlerinde altınsuyu akarmış. Onlar da bu altınsuyunu satıp pek rahat yaşarmış.
Domuz aslında develerden nefret edermiş. Üstelik ırmaklarından altınsuyu akıyor diye de pek kıskanırmış onları. Çünkü altınsuyu domuz için bengisu gibi bir şeymiş.
Domuz önce develerin yurdundan tilki için de bir avuç yer istemiş. Develer, seve seve demişler, ne yapalım biz kuru toprağı. Zaten bin yıllar önce ataları da buralardan çıkıp gitmişti onun.
Ne var ki tilki çok geçmeden huyunun gereğini yapmış; ardına domuzu alıp develere yapmadığı zulmü bırakmamış.
Develer ara sıra ayağa kalkar bir iki homurdanıp otururlarmış yerlerine.
Bir gün develerin yurdunda bir eşek peydahlamış. Pek de alımlı çalımlıymış kendisi. Söylence gerçi, bu eşek de domuzun oyunu mu neymiş!
Domuz, biraz semirsin diye gevşek tutmuş eşeğin yularının ipini. Niyeti onu, develere baş etmek, altınsularını onun sayesinde içmekmiş.
Ancak iyice semirince eşek, gemi azıya almış. Çifteleriyle içte ve dışta korku salmaya başlamış. Üstelik bir de yularından kurtulmaya kalkışmış. Bakmış ki domuz, elinden uçup gidecek altınsuları, kafa kafaya verip tilki kardeşleriyle bir oyun kurmuş. El altından haber uçurup eşeğe, demiş ki:
- Hani şu senin tarla komşun genç deve pek semirdi kısa sürede. Bakarsın yarın tepeleyiverir seni ve öteki develeri. En iyisi sen, git kuvvetli çiftelerinle güzel bir ders ver, o altınsuyu herkesten çok senin hakkın.
Bu son cümleyi duyunca ağzı sulanmış eşeğin. Girivermiş genç devenin bağına. Bunu gören develer, korkmuşlar sıra kendilerine geliyor diye. Varıp kapısına domuzun:
- Aman, demişler kurtar bizi bu eşekten.
- Memnuniyetle, demiş domuz.
Ne kadar hayvan varsa ormanda toplayıp bir nutuk çekmiş:
- Bu ne küstah eşek. Nerde hayvan hakları. Tepkimizi koyalım birlikte.
Ayı, uykusundaymış o zaman; kaplan, yavru besleme derdinde. Bu yüzden nazlanmışlar birazcık yapma etme, diye.
Kurdun memleketi ayıyla develerin yurdu arasında güzel mi güzel bir yermiş. Aslında bütün hayvanların gözü kurdun memleketindeymiş. Kurt da çok iyi bilirmiş bunu. Bir ata kurt onlara bu yurdun değerini bilin, ne başkasına bir karış toprak verin ne de başkasından isteyin diye öğütlemiş.
Domuz, yıllar yılı kurdun sayesinde bu bölgede ayıya karşı güçlü olmuş. Kurt da domuz yüzünden ayının kendisine dokunmadığına inanırmış.
Bu yüzden sever görünürlermiş birbirlerini. Domuz, kurda:
- Bunca yıllık hukukumuz var. Şu eşeğin bahçesine, senin bahçenden geçmem gerek. İzin verirsen sana da veririm bir dilim ekmek, demiş.
Kurt, anlamış domuzun niyetini, yutmamış bu pis oyunu.
Bu bölgede bin yıllardır kurtla, parsla, eşekle ve deveyle bir arada yaşayan bir de çakal varmış.
Domuz, aklına koymuş bir kez eşeği tepelemeyi. Yanına kardeşlerini de alarak develerin bahçesinden girivermiş eşeğin bahçesine. Eşek onca güvendiği çiftelerini kullanmaya bile fırsat bulamamış. Çünkü maiyetindeki çakal, çaktırmadan takıvermiş ayağına demir bir köstek.
Sanıyormuş ki domuz. Eşeği tepeleyince güllük gülistanlık olacak bu bölge. Artık altınsularını içiyormuş; ama sıpalar rahat vermiyormuş ki kendisine.
Anlamış ki domuz, bu bölgede ilelebet kalabilmek için, daha büyük bir dümen çevirmek gerek. Bunun da en kestirme yolu "böl, parçala, yönet"miş.
Bu iş için en taze kuvvet, çakalmış elbet. Çünkü eşeğin zulmünden kurtardığı için pek minnettarmış domuz efendisine. Domuz, şimdi onu koymaya niyetliymiş eşeğin yerine. Çakala gün gelecek buraların hepsi senin olacak, diyor, onu şişirdikçe şişiriyormuş. Biraz bitlenip kanlanınca çakal, unutmuş yıllarca kurtla, parsla, deveyle, eşekle aynı dağlarda dolaşıp birlikte gülüp birlikte ağladığını.
Efendisi domuz:
“Bu dağlarda yalnız sen olmalısın. Bunlar seni sömürüyor; ayrıl bunlardan. Korkma, arkanda ben varım.” dedikçe çakalın hayali ve umutları daha da büyüyormuş.
Kurdun gözü yokmuş kimsenin bağında, bahçesinde. Kendi çalışıp kendi üretirmiş yavruları daha güzel günler görsün diye.
Çakal, çakallığını yapacak elbet: Korkak ve kalleş. Geceleri pusular kurarmış kurdun yavrularının yollarına.
Kurt, bilirmiş kimin maşasıdır çakal. Bu yüzden dönüp dönüp söylermiş:
- Gel oyuna gelme. Biz kardeşiz. Domuzun niyetini, başka herkes biliyor, diye.
Çakal, çakallığını yapadursun, domuz de bir yandan kurda “Bu çakal çok fena. Senin yurdunu bölecek!” diye fısıldarmış.
Hal böyle olunca kurt da sevgi dilini yitirir, bütün gücüyle çakala vururmuş.
Öyle bir zaman gelmiş ki çakal, deve, eşek , pars hatta kurt birbirlerinin acılarından beslenir olmuşlar.
Artık kurt da ata kurdun öğütlerini unutmuş.
Gün gelmiş eşeklere sataşmış, gün gelmiş develerle takışmış, gün gelmiş, tilkiyle kol kola girip bölgeye nizam vermeye kalkışmış.
Ama sonunda en çok kurt yorulmuş bu oyunlardan. Bir yandan pusularda evlatlarını avlayan çakalın peşinde koşarken, bir yandan da milyonlarca deve, eşek ve çakal yavrusunu besleme derdine düşmüş.
Karışmış her şey. Altın suları kansularına dönmüş.
Domuz ellerini ovuşturup her şeyi kendine göre düzenlerken ayı da boş durmamış. O da kendisine “efendim” diyenlerin ikramına iştahla saldırıp ağır gövdesiyle bitiverirmiş orada.
Sözün özü…
Şimdilerde at, aslan, horoz şürekası bir yanda; bir yanda ayı yalancıktan da olsa bir birlerine hırlarken bir köşe başında inatla bekleyen tilki, kendisine düşecek kemiğin hesabını yaparmış.
Ben, masalın sonunu anlatamayacağım. Çünkü her masalın sonunda iyiler kazanır, kötüler kaybeder; ne yazık ki bu masalın iyisi yok; kötüsü çok.