KADINLARIMIZ

     Adı Vedat'tı; Sedat da olabilirdi, İmdat da,  Temel de.

     Onu sizin de tanıdığınızı biliyorum. Çünkü bu topraklarda milyonlarca örneği var. 

    Bir dostumun iş yerinde karşılaştım onunla. Eli yüzü düzgün bir gençti. Karadeniz"den kalkıp gelmiş Bodrum'a. İnşaatçılık yapıyormuş.

    Kaç kardeş oldukların sordum.

- Altı kardeş, dedi.

    Ayıp bir şey söylüyormuş gibi başını eğerek:

- Dört de kız var, dedi.

    Köyde anadan babadan kalan az buçuk tarla, bahçe varmış; ama yetmiyormuş. Üstelik kızlar bu bahçelere mirasçı olmak istemiş. Delikanlı onlara çok kızmış. 

- Bu bahçelerde onların da yasal hakkı olmalı,  dedim.

Delikanlı adeta köpürdü.

- On beşinde kocaya gittiler. O topraklar için biz kavga verdik. Gitsinler kocalarından alsınlar haklarını, dedi.

    "Biz"  dediği erkek kardeşler olmalıydı. 

    Medeni Kanun'un kabulünün üzerinden neredeyse bir asır geçti değil mi?

    Hani Atatürk Devrimi'nin en önemli hedeflerinden biri Türk kadınının çağdaşlaşmasıydı? Hani Atatürk, Türk kadınının toplumda etkin görevler üstlenmesini Türk toplumunun kalkınması ve çağdaşlaşmasının en etkin yolu olarak görüyordu? Ona göre okuyan, dünyada olan biteni yakından izleyen, bilimde, sanatta,   sosyal- kültürel alanlarda üreten Türk kadınının ülkenin çağdaşlaşmasının da ön koşulu değil miydi?

Neyi değiştirebildik bu toplumda?

    Bu "Millet, analarıyla, babalarıyla, kız kardeşleriyle Millî Mücadele'yi kendine ülkü edindi" ği için kurtuluş savaşını kazanmıştı. Savaşta eşiyle, babasıyla, kardeşiyle omuz omuza çarpışan "Türk kadını, dünyanın en aydın, en erdemli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağırlık, ağırlıkta değil; ahlakta, erdemdedir. Türk kadınının görevi; Türk'ü düşüncesiyle, zihniyetiyle, gücüyle, kararlılığıyla korumaya ve savunmaya gücü yeten kuşaklar yetiştirmektir. Milletin kaynağı, sosyal yaşamın temeli olan kadın, ancak erdemli olursa görevini yapabilir. Herhâlde kadın çok yüksek olmalıdır." (14 Ekim 1925) dememiş miydi Atatürk?

 Kurtuluş Savaşı'nı Halide Onbaşıların, Kara Fatmaların, Süreyya Sülün Hanımların, Nezahat Hanımların, Binbaşı Ayşelerin Mehmetçikle yan yana omuz omuza çarpışması sayesinde kazanan Atatürk'ün "Ey kahraman Türk kadını! sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!"  demesi ve bunun gereğini olarak Medeni Kanunu çıkartması,  kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesi Türk kadınını dünya kadınlarından bir adım daha öne çıkarma çabasının ürünü değil miydi?

     Onun ölümünün üstünden 85. yıl geçti. Kızlarımızı hâlâ kampanyalar sayesinde okula gönderebiliyoruz. Eğitim sistemimizdeki "milli"liğin yalnız adı kaldı. Artık din eksenli bir eğitim modelimiz var. Toplumda cinsiyet ayrımcılığında hızla derinleşiyor.

1934 yılında kadınlarına seçme ve seçilme hakkı vermiş bir Cumhuriyetin bugünkü parlamentosunun 121'ini kadınlar, 479'unu erkekler ( % 20.1) oluşturuyor. Bu halimizle 192 devlet arasında 117. sırada yer alıyoruz. Oysa bu oran birçoklarımızın nerede olduğunu bile bilmediği Ruanda'da % 63.8,  komünist Küba'da  % 48.9, Güney Amerika'nın yoksul ülkesi Bolivya'da  % 53.1,  bizi kıskandıkları söylenen İsveç'te %47.3 Finlandiya'da %42.5, Almanya'da %30.9.

     Öte yandan OECD verilerine göre en az bir kez eşinden fiziksel veya duygusal şiddet gören kadın oranında ( % 38)   ile birinci sıradayız.

  "Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer bir şeyler sararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır. "  (1 Eylül 1925)

      O kadınları, bazı yerlerde değil, artık her yerde görüyoruz. Bu sorunu çözmesi gerekenler Atatürk'ün; "Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz" sözüne inat bu halin daha da yaygınlaşması için kelle koltukta kavga veriyorlar.

Öte yandan kimilerimiz de Nazım'ın:

"Ve kadınlar

bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

anamız, avradımız, yarimiz  ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen  ve soframızdaki yeri

öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız."dizelerine alkış tutarak kadınlarımıza karşı görevimizi yaptığımızı sanıyor ve rahatlamaya devam ediyoruz.

        Bu ulus, gerilikten, yobazlıktan kurtulmak istiyorsa öncelikle erkeklerine, kadın haklarına saygılı olmayı öğretmek zorunda. 

      Son seçim genel seçimde kadınlarımızın mecliste temsili konusunda yine yaya kaldık. Şimdi gerek belediye başkanlığı gerekse meclis üyelikleri için çevremizdeki kadınları adaylığa teşvik zamanıdır. Onlar inisiyatif alırlarsa bilelim ki kentlerimiz daha yaşanır olacaktır. Dahası, demokrasiyi tabandan kurma şansımız artacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI