Bu yazıyı 22 Ocak 2014 tarihinde yazmışım. 10 yıl sonra bugün sizce biz bu kuyunun neresindeyiz?
KUYU
Söylenişinde bile bir derinlik var. Bizi içine çekiveriyor: Gizemli. Çağlar boyunca kırsal yaşama can vermiş, kervanlara durak, şairlere esin kaynağı olmuş.
Akşamdan beri yolumu bir şarkı kesiyor. Ümit Yaşar'ın dizeleri, Münir Nurettin'in ezgileriyle nasıl da güç kazanmış.
Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın
Oysa şiirin kendi dışında bir ezgiye gereksinimi olmamalı derim. Onun, ezgisi kendinde. Bir başka sanatçıya niye gereksinsin ki?
Yaz, kuyulardan su içme mevsimidir. Kışın yal gibi olan kuyu suları, baharla birlikte serinlemeye başlar. Öyle kuyular vardır ki, suyu yaz ortasında dişlere kemane çaldırır. Tarlada, bahçede çalışanlar, köylerden köylere yol alanlar hararetlerini bu sularla dindirirler.
Kırsalın kültürü, çeşme üzerine değil, kuyu üzerine kuruludur. Kuyuların hemen hepsi birer hayrattır. Bu topraklarda bin yıllardır, hayır yapmak isteyen kişiler, yol kenarlarına kuyu kazdırmıştır. Harman yerlerinde, yol kenarlarında gördüğümüz birçok kuyunun molla, hacı, bey, hanım. unvanlı adının olması bundandır. O kuyular, suyundan bir tas içenin hayır duasını almak için kazdırılmıştır.
Anadolu'nun birçok yerinde köylüler evlerin su gereksinimini hâlâ kuyulardan karşılar. Bizim buralarda bile evlerdeki musluklardan su akmasının üzerinden çeyrek asır ancak geçmiştir. Çocukluğumuzda büyüklerimiz atla, eşekle ya da omuzlarında güğümlerle, testilerle evlerine su taşırlardı. Gençler manilerini, türkülerini çeşme başında değil, kuyu başında söylerdi.
Evlerinin önü kuyu
Uyu sevdiğim uyu
Bana sarhoş diyorlar
İçtiğim üzüm suyu.
manisinin, Neyzen'in veya Hayyam'ın söyleyişlerinden eksiği nedir ki?
Kuyu, deyimlerimize ve atasözlerimize de yerleşerek hayata ışık tutan kavrama dönüşmüştür. Biz, elde, amaca ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar arayanı "Çay kenarına kuyu kazıyor" diye eleştiririz. Birine güvenmiyorsak "ipiyle kuyuya inilmez" deyiveririz. Başkasına tuzak hazırlayan için " el için kuyu kazan, evvela kendisi düşer." atasözü ne kadar da uyarıcı bir sözdür. Çok güç bir işi, yetersiz araçlarla, sabırlı bir biçimde çalışıp başarmaya çalışmayı "İğne ile kuyu kazmak"; birini, haklarına kavuşturmayı, "kuyudan adam çıkarmak" deyimleri, ne de güzel somutlaştırıverir.
Anadolu'da bostan kuyularının suyu, genellikle dolapla çekilir. Gözleri bağlı bir at (dolap beygiri), kuyunun çevresinde dönerek çıkrığa bağlı kovalarla suyu yalağa taşır. Dolap biteviye iniler. Yunus varıp derdini sorar, yanıt da kendi dilindedir:
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş çalap
Derdim vardır inilerim.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü Yunus da dolap da aynı aşk derdinden muzdariptirler. Aradan yüzyıllar geçer. Söz benim yürek şairlerimden Hilmi Yavuz'dadır:
sümbül sinan! seni ağır
kuyulardan derledim; seni
aşklara, aşklara yolladım
Bu dizeler "kuyu" ların, bizim düşün dünyamızın simgeleri arasındaki yerini hâlâ koruduğunun bir göstergesi değil midir?
Necip Fazıl Kısakürek, Dipsiz Kuyu şiirinde, bizi ebedi uykularla buluşturur:
Ağzıma soğuk kurtlar dolacak, gözüme kum;
Dipsiz kuyu, sürdükçe zaman, sürecek uykum.
O uyku, hepimizin tadacağı uykudur. Hal böyleyken anlı şanlı insanlarımızın üç kuruş daha çok kazanmak, iktidarda üç gün daha kalmak için yaptıklarına bakıp da "Eyvah, eyvah!" dememek mümkün müdür?
Acaba şu La Fontaine masalı ne söyler bize?
"Tilki, dostu tekeyle çıkmış yola. İki ahbap öyle susamışlar ki yolda, inmek zorunda kalmışlar bir kuyuya. İçtikçe içmiş ikisi de şapır şupur. İçemez olunca artık, tilki demiş ki:
- Kuyudan su içmesi kolay; ama çıkması zordur. Sen, kaldır ayaklarını daya duvara, önce ben sırtına atlar, tırmanırım yukarıya doğru. Sonra atlayıp boynuzlarına çıktım mı yukarı; çekerim seni de dışarı.
- Yuh benim sakalıma, demiş teke. Amma da akıl varmış sende! Ben dünyada bulamazdım doğrusu, böylesi bir kolaylığı."
Tilki, bırakıp tekeyi dipte, çıkıvermiş kuyudan böylece. Sabırlar dileyerek, tekeye,şöyle bir nutuk da çekmiş üstelik:
- Allah sana sakal vermiş yalnız, babalık! Sakalın kadar aklın olsa, hiç iner miydin bu kuyuya? Ben çıkmasını bildim, Allahaısmarladık. Sen de kullan aklını, bul yukarı çıkmanın yolunu. Sana yardım etmek isterim ama, acele işlerim var, kusura bakma. Susadın mı kuyuya inmesine inmeli; ama, nasıl çıkacağını da düşünmeli.
Birilerinin yine içimizdeki yalakalarını kullanarak, bizi bir kör kuyuya itmeye çalıştığını görmemek için kör olmak gerek. Yazık, o kör kuyuda yalnız tekeler olmayacak, gönüllerinin pasını Yunuslarla, Mevlanalarla, türkülerle, manilerle silen, Mustafa Kemal ışığında çağdaşlığa koşan Anadolu halkı da olacak.
Dilerim yanılırız. Kimseye:
"Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın" demeyiz.
Hamdi Topçuoğlu