MERHABA
Bugün Dünya Mülteciler günü. Önümüzdeki seçimleri biraz da bu pencereden görüşlerinize sunuyorum.
SIĞINMACI, MÜLTECİ; GÖÇMEN, VATANDAŞ
Mülteci olmak engelli olmak gibi bir şeydir. Mülteciliğin tek panzehiri vardır: Demokrasi.
Bir toplumda demokrasi, özgürlükler, hak hukuk adalet kavramları askıya alındıkça mültecilik kaçınılmazdır.
Son yıllarda iyi yetişmiş 35 bin ailenin geleceğini başka ülkelerde aramak üzere evini yurdunu terk ettiğini biliyoruz. Bu sandıktan da umudunu kesecek yüz binlerin de kısa süre sonra bu ülkeyi terk edeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur.
Öncelikle belirtelim mülteci, bir ülkeden bir başka ülkeye zorunlu olarak çoğunlukla da kaçak olarak sığınan kişidir. [refugee (İng.), flüchtling (Alm.)]
Birleşmiş Milletler 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre mülteci; "Irkı, dini, etnik kimliği, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle ülkesinde zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi”dir.
Türkiye, 2014 tarihli, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor. Avrupa dışından gelenleri, üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mülteci statüsünde geçici olarak Türkiye’de kalmasına izin veriyor. Türkiye’ye adım attığında mülteci veya şartlı mülteci statülerini almak için başvuranlara statüsü verilene kadar “uluslararası koruma başvuru sahibi” deniyor.
Bir kişinin sığındığı ülkede sığınmacı [refugee (İng.) asielsucher (Alm.)] niteliği kazanabilmesi için Birleşmiş Milletler Hukuku’na göre o ülkede belirli bir süre yaşamak için başvurması gerekmektedir. Ancak Türkiye hukuk sisteminde, sığınmacı kavramı yoktur.
BMMYK, savaştan ve savaşla bağlantılı şartlardan kaçan kişilerin sığınmacı olarak kabul edilmeleri gerektiğini düşünmektedir. Ne var ki bazı Batı Avrupa ülkeleri genelleştirilmiş zulümden, savaştan -veya gerillalar, asiler ya da hükümet güçleri dışındaki herhangi birileri tarafından zulme uğramaktan- kaçan kişilere resmi sığınmacı statüsü verilmemesi gerektiğini iddia etmektedir.
Tüm bu durumlara karşın, devletimiz Suriyelilere Birleşmiş Milletler Hukuku’nun gerektirdiğinden de fazlasını yapmaktadır; yapmalıdır da... Çünkü bize yakışan dini, dili, ırkı ne olursa olsun kapımıza dayanana kara günde el uzatmaktır. Ancak, kimileri hukuka uymayanlara uygun hukuk yapmayı sevse de özellikle yöneticilerin, devletleri ayakta tutan en yüce kurumlardan birinin hukuk olduğunu asla akıldan çıkarmamaları gerekir.
Sığınmacılık ile göçmenlik [muhacir (esk.), immigrant (ing.), auswandern (alm.)] aynı şeyler değildir.
Göçmen, yukarıdaki koşullar oluşmasa da bir başka ülkede yaşamayı seçen kişidir.
Bir yabancının ikinci bir ülkede çalışması, ticaret yapması, mal mülk edinmesi; o ülkenin vatandaşlığına geçmesi sığınmacılıktan çok, göçmenlikle ilgili bir durumdur ki dayanakları o ülkenin iç hukukunu ilgilendirir. Türk Hukuku da kimlerin göçmen ve vatandaş kabul edileceğini 19.9. 2006 tarih ve 5543 sayılı İskan Kanunuyla belirlemiş; Türk vatandaşlığına kabul koşullarını da 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'yla çizmiştir.
Buna karşın kimilerinin, mültecilerden> sığınmacılardan göçmen ve vatandaş yaratmak için iç hukuku zorlaması; hatta hukuksuzluklara göz yumması kabul edilebilir bir durum değildir.
Dünyanın hiçbir ülkesinde sığınmacıların seçme ve seçilme hakları yoktur.
Hal böyleyken iktidarın, Suriyeli mülteci>sığınmacıları alelacele vatandaşlığa alıp onlara oy hakkı vermesi başlı başına sorgulanması gereken bir konudur.
537 oyun, 2000 yılında yapılan 324 milyon nüfuslu ABD seçimlerinin sonuçlarını nasıl etkilediğini düşünürsek durumun önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Bugün iktidar ülkenin beka sorunundan söz ederek vatandaştan oy istemektedir.
Türkiye'nin gerçekten bir beka sorunu vardır. Ancak bu sorunun kendisi de müsebbibi de iktidarın bizzat kendisidir.
“2002’de eş başkanı olmakla övündüğümüz BOP; Irak’ı, Mısır’ı, Cezayir’i, Tunus’u, Libya’yı, Yemen’i, Suriye’yi 15 yılda ne hale getirdi?”
"Dün başbakanın savcısı olduğunu söylediği davaların yargıçları bugün nerede?"
“Rus uçağını kim düşürdü ya da düşürttü?
"Dövizin alıp başını gitmesi gerçekten faiz lobilerinin işi midir?"
Milyarlarca dolar yüksek faizli dış borcu muhalefet mi yaptı?
"Milyonlarca köylünün ekmek kapısı şeker fabrikalarını da dış güçler mi sattı?"
“Ya 15 Temmuz’da Meclisi bombalayanların başkomutanını Merkel mi atamıştı?”
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde böylesine bir batağa saplanmamıştı. Buradan çıkışın tek yolu pazar günü önümüze konacak sandıklardır.
Sözüm, özellikle bu düzenin sürüp gitmesi için oy vermeyi düşünen yoksullaradır.
Şöyle bir çevrenize bakınız. Zengin ve zeki gençlerden kaçı Türkiye'de, kaçı çoktan kapağı yurt dışına atmış?
Mültecilik de göçmenlik de çok zordur. İnsan cebindeki nüfus cüzdanının değerini ancak başka bir ülkede yaşarken anlar.
Kendi yurdunda güvencede yaşayan hiç kimse yurdunu terk edip bu zorlukları yaşamak istemez.
Öyleyse bu insanlar bu ülkeyi neden terk ediyor?
Vereceğimiz bir oy yalnız bizi ilgilendirmez. Başkalarına yaşatacağımız sevincin hayrını da acıların da vebalini bize yükler.
Türk halkı üç gün sonra oylarını, bu gerçekleri de gözeterek sandığa atmalıdır.
Aydınlık bir Türkiye için diyenlere merhaba!