PARKLARA DAİR

Hanlar, hamamlar, bedestenler gibi parklar da kent kültürünün ürünüdürler.

"Sırtımı güneşe veriyor

Sıranın birine oturuyorum

Boş ver diyorum kaygılara

Umutlara boş ver."

Sabahattin Kudret Aksal, "Parkta" şiirine bu dizelerle başlar. Ne kaygı, ne umut... Sırtını güneşe verip oturmak. Günlük yaşamın hay huyundan kaçış, hiçbir şeye takılı kalmadan yaşamın tadını çıkarmaktır elbette.

Necati Cumalı' nın parklara bakışı farklıdır:

"Şehrin gürültüsü gelir uzakta

Çok şükür insanlar sağdırlar."

Kent, oradadır; yanı başımızda. Gürültüsüyle, kutu kutu apartmanları, gökdelenleriyle, okullarıyla, fabrikalarıyla, depoları, antrepolarıyla... Parkların insanları da kentin insanlarıdır, ne kaygıdan uzak, ne umudu terk etmiş...

"Belli ki herkesin bir düşüncesi var

Kiminde para sıkıntısı, kiminin iş

Güneşleyen asker tebdilhavalı

Öğrencinin sınavları yakın

Fakat bazıları gene de

Sevişmeye vakit buluyor."

Çocukluğumun parkı yoktur benim. Çünkü parklar kent kültürünün parçasıdırlar. Bense köy çocuğuyum; uçsuz bucaksız kırlar, yakıcı güneş, donduran rüzgâr... Ne elektrik kesintisi, ne trafik kazası, ne işsizlik korkusu... Bu yüzden Attila İlhan'ın;

"Emirgân'da acılaşmak koyu bir semâverden

Çaylar gibi kararıp kaç defalarca eski"

dizelerini anlamam için genç olmayı beklemem gerekiyordu.

İlk parkım, bugün binaların arasında küçücük bir bahçe gibi kalan Muğla Şehir Parkı'dır. Parkı mı özlerdim, arkadaşları mı; yoksa yüreğimin yeni heyecanlara yelken açmasını mı? Akşamüstleri en güzel giysileri giyinip parkın reçine kokulu çamlarının altında koşardım. Hafif bir meltem eserdi daima, bir de melteme eşlik eden müzik... Dıranas'ın " Parkta Serenat" şiirinin dizelerini ezberleyivermiştim nedense:

'İçimi gıcıklıyor bu ıhlamur kokusu,

Bu ıhlamur kokusu ah!

Ya görünmez güllerin kokuları!..

Hep pusu,

Hep pusu bana, kah kah kah...

Gün geldi, 'İzmir Fuarı'yla tanıştım: Gez dolaş bitmek bilmiyor. Nedense Muğla Şehir Parkı'nın sıcaklığını bulamadım Kültür Park'ta.

Parklar dostlarla, dostluklarla anlam kazanıyor galiba. Oysa Berin Taşan, Fuar 1955'te ne güzel anlatır sevgisini:

"Fuar birdenbire açıldı cânım

Birdenbire kumrular fıskiyeler cânım

Sen yürümelisin de durup bakmalılar ardından

Camların aynaların önünden

Neler yapılmış neler düşünülmüş bir görsen

Ben ellerimi gösteriyorum bir bank üzerinde

Başka neyin var diyorlar duruyorlar

Tutup bir yürek çiziyorum."

Sonra diğer kentlerin parkları girdi sıraya. Sultan Ahmet Parkı, Ankara Gençlik Parkı...

"Bozkırda unutulmuş ve sessiz istasyonlar gibiyim şimdi

Denizlerimi kuşatmış simsiyah bir karanlık

Parklardaki sessizliği bozamam artık

Paramparça edemem yalnızlığımı ."

Çok sevmişim ki şiir defterime yazmışım Mahmut Alptekin'in bu dizelerini.

Sonra başka anlamlar kazandı parklar benim için:

" Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında

Ne sen farkındasın bunun, ne de polis farkında "

dedik Nazım'la. Kimi zaman da Başaran'ın dizelerini dillendirdik omuz omuza:

"Ankara tuzu kuru Ankara

Gör nasıl bekleşir

İnsanlar Güven Parkta."

Derken Champ-de-Mars ( Paris), Middelheim Park (Antwerpen), Tervuren, Krallık Serası (Brüksel) , Efdeling (Tilburg), bir park kent olduğuna inandığım Lüksemburg...

Parklar, urbanizmin armağanı.Her biri kent kimliğinin göstergesi. Gezdiğim kentlerin belleğimde biraz da parklarıyla çakılı kalması bundan olmalı.

Kentli kimliklerimizi geliştirebilmek için çağdaş parklara gereksinimimiz olduğu apaçık.

Bakarsınız. bu parklarda büyüyen çocuklar gün gelir bu parkların şiirlerini yazarlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI