SÖKE YAZILARI
TABİA'DA
Sevgili Türkan Pekgenç kardeşim geçen haftalarda "13 Kasımda Tabia turum var. Özel bir grup götüreceğim, konuğum olur musunuz?" diye sorunca "peki" deyiverdim.
Bugün Doğanbey yolu üzerindeki tesislere varınca dek de Tabia'nın, sağlıklı yaşam için bitkisel yağ üreticisi bir firma olduğundan öte bir bilgim yoktu.
Tabia, doğadan geleni doğal yollarla kullanıma sunmak amacıyla kurulmuş bir araştırma, üretim ve pazarlama kuruluşu. Ürünlerini "besin destek ürünleri", "doğal cilt bakım ürünleri "ve "doğal ısıtıcılar" ana başlıkları altında üretip pazarlıyorlar.
Çekincelerim olsa da zaman zaman bu tür ürünleri ben de kullanırım. Bir kez daha anladım ki piyasada satılan bu tür ürünlerin, üretim yöntemlerini ve ortamını iyi bilmek gerek. Dahası ürünün ne için ve nasıl kullanılması gerektiği de çok önemli. Bu açıdan Tabia'nın sunumu çok değerliydi.
DOMATİA'DAN DOĞANBEY'E
Türkan Hanım, bir sonraki durağımızın Doğanbey olduğunu söyleyince susmuş, içimde uyanan çok eski bir sevgiliyle buluşmanın sevincini saklamıştım.
Dile kolay, son görüşmemizden bu yana yirmi beş yıl geçmiş. Ben yaşlanmışım; ya Domatia?
Eskiden bir Rum köyü olan Domatia, 1924 mübadelesinde sakinleriye birlikte adını da değiştirmiş ve Doğanbey olmuş. Yeni sakinler, bir süre sonra daha aşağılara tarlalara yakın bir yere taşınınca köy boşalıvermiş.
Gelmesem de onun duyarlı ellerde nasıl yenilendiğini biliyorum.
Bence Domatia, Mykale dağının bebeğidir. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm dik kayalara başkaları şarlak dese de ben dağın memeleri derim. Bilirim ki o gökyüzünün kardeşi gibi duran dağ, omuzlarına bulutlardan şalını sarındı mı, şarlak şarlayacak, Domatia'nın ortasından deltaya doğru akacaktır.
Dünya iyisi bir dost, Haluk'la (İşmen) birlikte dolaşıyoruz köyü. Haluk da hayranı buraların. Her ev, bir de bana bak; ben daha alımlıyım, der gibi.
Yıkık bir duvara asılmış satılık levhası ilişiyor gözüme. Alıcısı olur mu ki bu yıkıklığın? İğde dalları arasından yeniden hayat kazanmış kartal yuvası bir eve bakarken, olmalı, diye mırıldanıyorum.
Çeşmenin başında gençten sakallı bir adam kovasını dolduruyor. Evi üç adım ileride. Ben yaprakları altın sarısı dut ağacına bakarken bir başkası geliyor. Mimarmış. Fransa'da yetişmiş. Gelmiş bu metruk evlerden birini ayağa kaldırmış.
Biz, diyor. kışları hanımlar da gider, 6 erkek kalırız burada.
Batıda olsa burası özellikle kışın dolar taşar diye düşünüyorum.
Dönüş çok çabuk oluyor. İyice dişlekleşmiş Arnavut kaldırımı sokaklardan paldır küldür iniyoruz.
Tam da "Kalbim Doğanbey'de kaldı." diyecekken, Türkan Hanımın "Karina'ya gidiyoruz." cümlesiyle kendime gülüyorum.
"Sen, diyorum, güzel aşığısın. Seni ancak Karacoğlanlar, Sadeddin Kaynaklar anlar. Gözlerimde, Ege'nin iki yakasını birleştirmeye ant içmiş Menderes deltası, dilimde o doğrucu hicaz:
"Deli gönül gezer gezer gelirsin
Arı gibi her çiçekten alırsın
Nerde güzel görsen orda kalırsın
Ben senin derdini çekemem.
Karina yolunda sağlı sollu tarlalarda zeytin toplayan kadınlar görüyorum. Pamuk bitmeden zeytin hasadına girişen bu kadınların yerine anacığım söylüyor:
"Köylünün ömrü biter, işi bitmez."