SON DERS


SON DERS

Profesör, son dersindeydi.  Yaşamlarını sanat üzerine kurmaya karar vermiş öğrencilerine baktı. Çantasından Albert Camus'nun  "İsveç Söylevi"ni çıkardı ve ağır ağır okumaya başladı:

"Ben kendi hesabıma sanatım olmadan yaşayamam. Ama bu sanatı, her şeyin üstüne koymuş da değilim. Tersine, onsuz edemeyişim, onun beni herkesle bir etmesi ve olduğumdan başka türlü olmaksızın herkesle bir düzeyde yaşatmasıdır."

Durdu ve öğrencilerini tek tek süzdü.

Gezi olaylarında tomaların karşısında gitar çalan, kendisine doğrultulmuş gaz tabancalarının karşısında elinde Atatürklü bayrağıyla dimdik duran, kendilerini ağaçlara zincirleyen kızları, delikanlıları görür gibiydi.

İçinde hiçbir zaman yitirmediği umudu biraz daha filizlendi:

"Ey tüy ayaklı zaman

Soluklan bizde biraz

Yalan ve talanın saltanatını

Ve kibrin kulelerini yıkıp

Şafağa yürüyor

Şimdi bu çocuklar."

"Sanat bence, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır."

Onlar da biçimlendireceklerdi. Kimisi tuvale, kimisi taşa biçim verecek; kimisi sesi sesle buluşturacak,  sözcükleri sözcüklere teyelleyip insanı insana anlatacaklardı.

"Gelecek gençtir bil,

Bir anda geçer zaman

Unutma kimliğini,

Arkana bakma sakın."

Elbette bin yıllardır bu gerçekle büyüyen yetişkinlerin, geleceğe neden bu denli müdahale ettiğini çok iyi biliyordu.

O, sanatçının, iktidarı ebedi varlıklarının tahtı olarak görenlerle aynı sofradan beslenemeyeceğine; hırsların, kinlerin, aç gözlülüklerin, zulümlerin ve  savaşların sanatla kol kola olamayacağına inanırdı.

"Gerçek sanatçılar hiçbir şeyi küçük görmezler; yargılamaya değil, anlamaya çalışırlar. Ve dünyada tutacakları bir yer varsa, o da, Nietzsche'nin çok güzel söylediği gibi, yargıcın değil; işçi olsun, aydın olsun, yaratıcının başa geçeceği bir dünya olacaktır."

O da biliyordu, Gezi'nin yıldönümünde İstanbul'a 25.000 polisi yığmanın, günü kurtarma çabası olduğunu.

O da biliyordu, Ayasofya için bir Suudî imamın arkasında insanların saf tutmasına ses çıkarmayanların, "Gezi'yi kökü dışarıda darbe girişimi olarak değerlendirmesinin muktedir olamamanın yaman bir göstergesi olduğunu.

O da biliyordu kendi işçilerine, gençlerine dar ettiği meydanlarda başka ulusların militanlarıyla kol kola gezenlerin sanatın yanılmaz terazisinde tartılacağını. 

Sanata ve sanatçıya duyduğu sonsuz saygı ritüelini gerçekleştiriyor gibi ayağa kalktı, ceketini ilikledi.  Camus'nun söylevinden iki cümleyi daha okudu:

"Sanatçı, tanımı gereği, bugün tarihi yapanların buyruğuna giremez."

"Sanatçının işi (.) yalanla ve kölelikle uzlaşamaz."

Bir süre öğrencilerinin duruşlarında, oturuşlarında ve bakışlarında cümlelerin sindirilişini izledi. 

Ve üstüne basa basa anlatmaya başladı:

"Yoksul Bask kasabası Guernica'da pazar, pazartesi günleri kurulurdu. Tüm dünya köylüleri gibi Guernica köylüleri de peynirini, sebzesini satıp tuzunu, bezini almak için 27 Nisan 1937 Pazartesi  günü de pazara gelmişlerdi.

16.30 sularında atıldı ilk bomba. Bir Alman hava filosu, bu küçük  Bask kasabasını  üç saat içinde yerle bir ediverdi.  Çünkü Faşist Franko, iktidarını sürdürebilmek için Hitler'den yardım istemişti. Hitler zevkle kabul etmişti bu yardımı.

Her diktatör gibi onlara göre de kendilerine "hayır" diyen herkes, vatan haini, kökü dışarıda  darbeciydi ve devletin bekası için yok edilmeleri gerekirdi. 

Picasso olaydan üç gün sonra tuvalin karşısına geçti.

Çünkü ona göre"Resim, apartman dairelerinin duvarlarını süslemek için yapılmaz. Resim  düşmana karşı savunucu ve saldırıcı bir savaş aracıdır." 

Bu yüzden Guernica acının ve acımasızlığın, zulmün ve isyanın adıdır.

Yarın 4 Haziran. İşte o Guernica'nın bitirilip insanlığın sağduyusunun ve aklının emrine sunulduğu gündür.

      Bakışı karşıdaki adalar denizine kaydı.  Öte yakada Aristolar, Galilei Galileolar, Martin Lutherler; bu yakada Bedrettinler, Pir Sultanlar, Mustafa Kemaller vardı.

Ona göre insanlık tarihi, zalim - mazlum savaşından başka bir şey değildi.  Sanat da bu savaşta daima mazlumlardan yana olmuş ve olacaktı.

Öğrencilerine son bir kez sevgiyle baktı. Her birinin gözlerinde "Bu resmi siz mi yaptınız?" diye soran bir Alman generaline: " Hayır, siz yaptınız!" cevabını veren Picasso'nun ışığını gördü.

Notlarını topladı, sanki daha bin yıllarca aynı dersi verecekmişçesine çantasına yerleştirdi. Koridorda yürürken Paul Eluard'ın;

"Birbirimize verecek ellerimiz var

Uzaklara götüreyim sizi, tutun elimden

.

Birbirimize verecek ellerimiz var

Daha güzel değil hiçbir şey

Birbirimize bir orman gibi bağlanmaktan

Yerleri göklere kavuşturmaktan, gökleri geceye

Bitmez tükenmez günü doğuracak geceye."

dizelerini mırıldanıyordu.

HAT

Kirpinin Dansı, Arkeoege Yayınları, 2014, 2016 Vedat Günyol  özel ödülü

YAZARIN DİĞER YAZILARI