Sonsuzluğa göçüşünün 84. yılında ATATÜRK
Atatürk devrimi, Türkiye'yi her bakımdan modern bir devlet yapmayı amaçlayan bir düşünce ve eylem sistemidir.
Atatürk; "Uygarlığın bir fırtına gibi esintisine karşı koymak boşunadır; değişmeyen, Ortaçağ kanun, düşünce ve davranışlarını koruyan toplumlar, ölüme veya tutsak olmaya mahkumdur." der.
Bizce de Atatürk Devrimi modelinin iki temel amacı vardır:
"Çağdaşlaşmak ve kalkınmak. Böylece 'çağdaş uygarlık' düzeyine çıkmak.
Birçokları kalkınma kavramını ekonomik büyümeyle sınırlı tutar. Kuşkusuz ekonomik büyüme kalkınmanın temel araçlarındandır. Ancak gelir dağılımının gerçekleşmediği, toplumsal refahın tabana yayılmadığı bir toplumda gerçek bir kalkınmadan söz etmek olanaksızdır.
Eğer bireyler, refahın ana araçları olan eğitim, sağlık, kültür... alanlarında yeterli olanaklara sahip değilse üretime etkin bir biçimde katılmaları da olanaksızdır. Üretime güçlü biçimde katılamayan bu bireylerin, demokrasinin yaygınlaşması ve gelişmesine de bir katkı sağlayamayacakları açıktır. Böyle bir toplumun kalkınmış bir toplum olduğunu söylememiz olanaksızdır.
Bu açıdan bağımsızlığın, birlik ve bütünlüğün güvence altına alınabilmesi için çağdaş demokrasinin tesisi, bunun için de Atatürk'ü doğru anlamak zorunludur.
***
Bizim en önemli görevlerimizden biri kuşkusuz Cumhuriyet'i savunmaktır. Çünkü Atatürk'ün Cumhuriyet'i kurmadaki temel amacı "millet egemenliği" ve "herkesin yasalar karşısında eşitliği" ilkelerini devlet yaşamında egemen kılmaktır.
Bugün bu ülkeyi yönetenlerin; "İrade ve egemenliğin kaynağı millettir. Bu irade ve egemenliğin, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete, karşılıklı görevlerini hakkıyla kullanmalarını düzenlemesi önemlidir." sözlerini ne kadar savunduklarını tartışmaya açmak hakkımızdır.
Yürütmenin tüm alanlarını tek adamın belirlediği, aynı kişinin
yargıyı dizayn ettiği; yasamanın başkanını bile o kişinin işaret ettiği bir sistemde " Atatürk'ün Cumhuriyet'ten ne anladığını yeniden yeniden okumakta yarar vardır.
***
Yine "Bizim aramızda yaşayan, politik ve sosyal bağlarla Türk milletine ait olan tüm vatandaşlarımızı biz kendi insanlarımız olarak düşünürüz; aralarında "Kürtçülük", "Çerkezlik", ve hatta "lazlık" gibi fikirler ve duygular yerleşmiş olsa bile, onlar bize aittir. Mevcut yanlış anlayışlar ancak mutlakiyet yönetimlerinin ve uzun süren tarihsel baskıların ürünüdür ve biz en içten çabalarımızla bunları ortadan kaldırmayı görev sayarız." diyen Atatürk'ün milliyetçilikten ne anladığını oturup bir daha düşünmekte yarar vardı. Atatürk milliyetçiliği, ayrımcı değil; farklılıkları toparlayıcıdır.
" Ne mutlu Türküm diyene! " sözünü de bu bağlamda değerlendirmek gereklidir.
Eğer o "millet" kavramını ırki bir kavram olarak düşünseydi "Ne mutlu Türk olana!" ya da "doğana" diyebilirdi.
Bu ülkede bugün, Atatürk'e sabah akşam küfreden; ama on binlerce gencin ölümüne sebep olanları, neredeyse Mesih ilan edenler, oturup Atatürk'ün milletten ve milliyetçilikten ne anladığını iyice öğrenmelidirler.
****
"Yeni Türkiye devleti bir halk devletidir, halkın devletidir. Mazideki müesseseleri ise bir şahıs devleti idi. Sosyoloji bakımından bizim hükümetimizi ifade etmek lazım gelirse " Halk Hükümeti" deriz.
Teşkilat baştanbaşa halk teşkilatı olacaktır. Umumi idareyi halkın eline vereceğiz. Bu toplulukta hak sahibi olmak, herkesin bir iş görmesi esasına dayanacaktır. Millet hak sahibi olmak için çalışacaktır."
Çağdaş demokrasi, halkçılığı içerir. Bu ilkeye göre irade ve egemenlik, milletin tamamına aittir.
Öyleyse sürekli sandık demokrasinden söz edenlere yeniden
soralım: Sizce halk yönetime ne kadar katılıyor? Ya halk adına halk adına denetim yapan kurumların neden çalıştırılmadığını açıklayabilir misiniz?
***
"Bizim tarafımızdan uygulanan devletçilik, her ne kadar kişisel çalışmalara ve gayrete öncelik verse de ulusun genel menfaatleri işin içine girdiği zaman, devletin her alanda müdahalesini kapsar; bunun amacı ülkeyi en az gecikmeyle refah ve zenginliğe kavuşturmaktır."
Öyleyse gerekli olan tam bağımsızlıktır. Bize düşen;
"Tam bağımsızlık denildiği zaman, doğal, siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî kültürel, vs. her konuda tam bağımsızlık ve serbestlik kast olunmaktadır. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksun olmak, gerçek anlamıyla bütün bağımsızlıktan yoksun kalmak demektir."
"Ne kadar zengin ve kalkınmış olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak derecesinden yüksek bir muameleye hak kazanamaz."
sözlerinin anlamlarını kavramak ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini ilelebet korumak için gereken neyse yapmaktır.
Devrimci olmak, kendini çağdaşlaşmaya adamak ve Türkiye'yi çağdaş dünyanın zirvelerine taşımak her Atatürkçünün varoluş gayesidir.
"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün mana ve şekliyle olgun bir topluluk haline getirmektir, İnkılaplarımızın gayesi budur. Bu hakikati kabul etmeyen zihniyetleri perişan etmek zorunludur." diyen yüce Atatürk'ü elbette bazıları sevmek zorunda değildir. Ama bu yurdu, bu ulusu seviyorum, bu ulusun geleceği için çalışıyorum diyenlerin gitmesi gereken yol açıktır.
Biz elbette, bugün Atatürk'ü dinsizlikle suçlayanların, onun "Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir...
Hamdolsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız, artık bizim dinin icaplarını, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse ihtiyacımız yoktur..." diye eleştirdiği din bezirganı mürtecilerin torunları olduğunu çok iyi biliyoruz.
"10 Kasım"lar yas günü değil; hesap verme günüdür. Bizim görevimiz, koşullar ne olursa olsun ; "Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır." sözünün ışığında ödünsüz çalışmak ve bu günlerde yaptıklarımızı yapamadıklarımızı değerlendirmek olmalıdır.
HAT