TİYATRO ÖLÜYOR MU?

TİYATRO ÖLÜYOR MU?

Dünya Tiyatrolar Günü' nde Türk Tiyatrosuna emeği geçen tüm sanatçılarımızı kutluyor; kısa zaman önce yitirdiğimiz arkadaşım Turan Özdemir'i rahmetle anarken dostum Abdullah Şahin'i saygı ve sevgiyle selamlıyorum...

Sahnede saçları iyice ağarmış, ufak tefek bir adam. Panolardan birine gazino, bar, pavyon gibi yerlerde çalışanlar için verilen kocaman bir kimlik kartı asılmış. Kartta, kırmızı kalemle “komediyen” yazılı.

O komed(i)yen, tiyatro sanatıyla ömründe bir kez bile yüz yüze gelmiş birinin tanıdığı biri: Abdullah Şahin. Bir zamanlar Enver Demirkan’la sahnelerde “Nokta İle Virgül” ikilisi olarak komedyenlik yapardı. Ama ben onu, salt sanatçı olarak değil, kişi olarak da tanıyorum. Birlikte sofralara oturmuşluğumuz, söyleşilerimiz var. Ayrıca onun İnsan Maymunu adlı kitabını da çok önemserim. Su gibi akıp giden; ama geride tiyatro sanatına ilişkin buruk tortular bırakan bir kitap: Tiyatro zor sanat; tiyatrocu olmak, hayatı üç beş alkışa satmak.

Sahnedeki adam, birini çağırıyor: İlhan Daner. Görmeyeli yıllar olmuş. Balarısı Özdemir’le İzmir Fuarı’nda bizleri hem güldürür hem düşündürürlerdi. Bugün de yorgun bedeniyle esprilerini sıralıyor; ama gülemiyor; sadece düşünüyorum.

Her tiyatrocu, son nefesini sahnede vermek ister; ama bu koşullarda mı?

Salonda 50-60 kişi var ya da yok. Hemen hepsi ellisini aşmış. Gençliğinin tam üzerinde diyebileceğin iki ya da üç seyirci var. Bu, yaz boyunca sanat etkinlikleri arasında mekik dokumuş biri olarak garibime gidiyor.

Şimdi Sait Faik’in kuşlar için söylediğini, tiyatro için söylesek erken mi olur acaba? “Biz bu ustaları çok gördük çocuklar, onlarla eğlendik, onlarla kendimizi sorgulamayı öğrendik. Sizlere yazık olacak…”

Bugün Anadolu’da hangi antik kenti ziyaret etsek, o kentin gezilecek yerleri arasında binlerce seyirciye hitap eden bir açık hava tiyatrosu vardır. Ne var ki anlı şanlı Selçuklu ve Osmanlı kentlerinde bunlar yoktur. Cumhuriyetle birlikte halkevleri ve devlet tiyatroları sayesinde tiyatro yaygınlaştırılmaya çalışılmış, özellikle kentlerde kısmen başarılı olunmuş; ama bu sürdürülememiştir.

Hayal meyal hatırlarım. Bir akşam, babam, beni köy kahvesine götürmüştü. O gün köye Karaosmanoğlu gelmişti. O gece Karaosmanoğlu saz çaldı, an geldi mendilini başörtüsü yaptı, kadın oldu; an geldi sazını tüfek gibi kullandı, avcı oldu, bir şeyler anlattı. Büyükler kahkahalarla güldü. Yıllar sonra öğrendim ki o bir meddahtı. Çala söyleye köy köy dolaşıyor, insanları güldürüp düşündürüyordu.

Karaosmanoğlu’nu bir daha izlemedim. Çünkü evlerimizin köşelerinde radyolar vardı. Artık bizi, o küçük kutu eğlendiriyordu. Arkası Yarın, Yurttan Sesler, Ocak Başı, Uğurgiller…

Derken televizyonlar tutsak aldı bizi. Sinema, tiyatro, müzik, resim… bilcümle sanat, bilim, siyaset… televizyon kutularının içine sığdırıldı. Şimdi televizyonlarla nefes alıp veriyoruz.

Bazen kendi kendime tiyatro ömrünü tamamladı mı diye düşünmeden edemiyorum. Öyle ya on yıllar önce bu ülkede anlı şanlı kumpanyalar vardı. Onların birinin bir kente gelişi büyük bir olay olurdu. Haldun Taner, Orhan Asena, Cevat Fehmi Başkut, Asaf Çiğiltepe … İsmail Dümbüllü, Karacalar, Naşitler, Sururiler, Kenterler, Müjdat Gezen, Zeki Alasya, Metin Akpınar… Onlarca yazar, yüzlerce oyuncu, Dümbüllü’nün kavuğu ortada mı kalıvermişti ne?

Türk tiyatrosunun unutulmazlarından Muhsin Ertuğrul, bir yazısında; “Bir toplumun kültür ölçüsü tiyatrosudur. İnsanlığı onunla ölçülür. Adama insanlık duygusu orada aşılanır. Oturmayı, kalkmayı, dinlemeyi, anlamayı, inceliği, birbirimizi sevmeyi orada öğreniriz.” der. Bir an onun, bu sözle tiyatroya amacını aşan bir anlam yüklendiğini düşünebilirsiniz. Ancak tiyatrosu gelişmiş ülkelere bakınca, bunun abartı olmadığını anlarsınız.

Yine Muhsin Ertuğrul’un dediği gibi “ Bugün asfalt yolda eskisinden daha çabuk gidiyor, kat üstüne katlar ekliyor, denizin altında yüzüyor, göklerin üstünde uçuyorsak bunlar birer ilerlemedir. Ama bunların topu birden bizi insan yapmaz. Bizi kötülükten, çirkinlikten, kabalıktan kurtaran, insan yapan eğitimdir.” Bu eğitimin en etkili araçlarından biri de kuşkusuz tiyatrodur. Talihsizliğimiz, muhteris toplum önderlerimizin bu gerçeği unutup ülkeyi hipnotizma sahnesine çevirmeleridir.

O gece, Nokta bize, birbiri ardından espriler sunarken koskoca İlhan Daner’in günümüz liderlerinin taklidini neden yapamadığını hiç dert etmedim. Çünkü atalarımız, “Su gider, kum kalır” sözünü de boşa söylememiştir, inanıyorum.

Tiyatro ölüyor mu? Sanmam. Bugün bocalıyor görünse de kendisine bir çıkış yolu mutlaka bulacaktır. Çünkü tiyatronun ana malzemesi insandır. İnsan var oldukça tiyatro da var olacaktır.
HAT

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI