TOPRAK KOKUSU
Yok, maske bile dağıtılamıyormuş.
Yok devlet İban numarası vermiş, gönlünüzden ne kopuyorsa demiş.
Yok, sokağa çıkma yasağına uymayanlara şu kadar milyon ceza kesilmiş.
Akşamları hangi kanalı açsam corona. Kapatıyorum hemen. Okunacak nice kitap, yazılacak nice yazı var.
Yasaklılardan biri olarak yasak konulalı ben de hiç sokağa çıkmadım; ama bütün gün eve girdiğim de yok. Çünkü bugünler bağ bahçe işlerinin en yoğun olduğu günler. İçim dışım taze işlenmiş toprak kokusu.
İnsan, salgın yüzünden nohut oda, mercimek mutfaklarda korunmaya çalışanları milyonları düşününce, bir karış toprağın değerini çok daha iyi anlıyor.
Sabahleyin çok sevdiğim bir kardeşim, biraz da espriyle "Devlet geldi mi yaylaya?" diye sorunca ona; "Çok şükür, henüz gelmedi." dedim.
Kastımız elbette devletin vadettiği maskeydi. Ama özünde devlet - kırsal yaşam ilişkilerinin eleştirisi de saklıydı.
Bizim köylümüz devletten çekinir, hatta korkar. Çünkü köylü, - devletin genlerinde her ne kadar cumhuriyetle silkinmeye çalışsa da;
"Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı."
olduğunu bilir.
Onlar, bir zamanların şalvarlı, poturlu ağalarının, günümüzde kravatlı beyler olarak sömürüye devam ettiklerini içtikleri su, yuttukları lokma kadar iyi bilirler.
Osmanlı köye ya asker ya da vergi toplamak için gelir; mütegallibe vasıtasıyla köylüyü ezerdi; günümüzde ise devlet, kalkınma masallarına sığınarak köylünün tarlasını tokadını istimlak edip birilerine peşkeş çekmenin, dağların ovaların delik deşik edilmesine, sulara gem vurulmasına çanak tutmanın aracı.
Bu ülkede Cumhuriyetin ilk kuşağının bin bir emek kurduğu okullarını kapatan zihniyeti köylü niye sevsin?
Köylü, "Söyleyin padişaha bir daha benim zürriyetime güvenerek oraya buraya savaş açmasın." sözünün anlamını yitirmediğinin farkında değil mi sanıyorsunuz?
Hal böyle olunca köylünün devletten korkması doğal değil mi?
Bence Veysel'in,
"Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır"
dizelerini bir kere de bu açıdan değerlendirmek gerek.
Bizim köylümüz, doğayla sevişmenin de güreşmenin de ustasıdır. Bu bir devlet öğretisi ya da kültürünün ürünü değil; bin yıllardan gelen sağlam gelenek ve göreneklerin ürünüdür. O, doğayı sevdiği oranda varlığını sürdürebileceğini iyi bilir. Dayanışma ustası ve kanaatkâr olmasının nedenlerini de burada aramak gerekir.
Köylünün bu günlerde "devlet"ten en küçük bir destek almasa bile var gücüyle ekimle, dikimle uğraşıyor olması; onların bin yıllar içinde oluşturdukları "her koşulda ayakta kalabilme" kültürünün bir sonucudur.
Doğa varsa varız. Bence doğa talanına dayalı bir geleceğimizin olamayacağı gerçeği, zihinlerimize temel corona bilgisi olarak kazınmalıdır.
Boş verin Trump'ın atıp tutmalarını. Merkel'in ince hesaplarına aldırmayın. Yoksula cimri, kendisine cömert liderlerinize de bakmayın. Her akşam TV'lerdeki duymanız gerektiği kadar ayarlanmış çetelelere de kulak asmayın siz. Yavaş yavaş köylerinize dönme planları yapın. Toprağın kokusunu yeniden keşfedin. Göreceksiniz, doğa size yaşamanız için gerekli her şeyi cömertçe verecektir.