Çok değerli bir dostum, sabah sabah sosyal paylaşım sayfama Martin Luther King'in: "İnsanlar genellikle birbirlerinden nefret ederler; çünkü birbirlerinden korkarlar; Birbirlerinden korkarlar; çünkü birbirlerini tanımazlar. Birbirlerini tanımazlar; çünkü iletişim kurmazlar. İletişim kurmazlar; çünkü sınıflara ayrılmışlardır..." sözünü yazmış.
Bu söze göre nefretin kaynağının korku olduğunu söylemeliyiz. Bu her koşulda geçerli midir? Hayır. Ancak iletişimsizliğin nefret, dışlama ve ayrımcılık gibi insanlık suçlarına yol açtığını söylemek yanlış olmasa gerek.
Uzlaşı, yığınları, topluma dönüştüren en önemli değerlerden biridir. Siz hiç nefreti varlığının temeli yapmış bir toplumdan söz edebilir misiniz?
Özdemir İnce bir yazısında anlatmıştı. Olay bir uçak yolculuğunda geçiyor.
"Birden karnım acıktı. Çantamı açtım, bir sandviç çıkardım. Tam ağzıma götürüyordum ki biri omzuma dokundu. Baktım Vassilis Alexakis.
- Başka sandvicin var mı, diye sordu.
Yoktu. Sandviçi ikiye bölüp yarısını Vassilis'e verdim. Vassilis:
"Bak Özdemir, nasıl anlaşıp uzlaşıyoruz. Sandviçini benimle paylaştın. Şu Kıbrıs işini, karasuları, kıta sahanlığı, fır hattı sorunlarını da böyle halletsek ya!" dedi.
"Neden olmasın," dedim, "anlaşıp uzlaşabiliriz. Ama sandviçin parasını ben verdim ve seninle paylaştım! Uzlaşmacı mı yoksa enayi mi sayılırım?"
Yalnız Alexakis'in değil bizim de uzlaşıdan anladığımız genellikle bu. Kendi çıkarlarımız vazgeçilmez, inançlarımız eşsiz, düşüncelerimiz mutlak doğru.
Hacettepe Üniversitesinin Beytepe girişindeki heykelin altında Latince bir deyim yazılıdır: "Timeo Hominem Unius Libri". Yani "Tek kitaplı insandan sakınınız."
Biliyorum, eli mercekli bazıları "Ne demek, bir insanın kaç kitabı olabilir ki?" dedi bile. Oysa o söz, üniversitenin çoğulcu düşünce yapısını anlatır. Çünkü "üniversite", her şeyin incelendiği, araştırıldığı, sorgulandığı, tartışıldığı, hiçbir şeyin ezbere kabul edilmediği yerdir. Buralarda kendisinden olmayana saygı, kendisi gibi inanmayana hoşgörü, azınlığı koruma, karşıtlara tahammül, katlanma bir yaşam biçimine dönüştürülür. Tüm bunlar uzlaşı kültürü için gerekli değerlerdir.
Uzlaşı, ne hoşgörü, ne anlaşmadır. Bir pazarlık sonunda varılan nokta da uzlaşma değildir. Çünkü pazarlıklarda muhataptan daha çok kazanma tutumu vardır. Taraflardan birini ortadan kaldıran; hatta kendisine bağımlı kılan dayatmalarda da uzlaşı yoktur.
Uzlaşma, tarafların, bir arada olma/yaşama koşullarını irdeleyip bunlardan bir kısmını veya tamamını değiştirmenin kendi çıkarları açısından gerekli olduğuna ikna olmalarıdır.
Demokrasi başlı başına bir uzlaşı rejimidir. Ancak demokrasinin nimetlerinden yararlanarak elde edilen gücün, bir dayatma aracına dönüştürülmesinde uzlaşı kültüründen eser aramak boşunadır.
Ben karamsar, kötümser, kör ve sağır olabilirim. Siz, içte ve dışta içine düştüğümüz bu kaostan çıkmak için bize birazcık da olsa umut saçan bir uzlaşı ışığı görüyor musunuz?