VİCDAN

Vicdan ,Ar. Vicd ' bulma, görme.

Kök anlamı : Buluş, seziş, görüş, duyuş

Anlam genişlemesiyle içten geleni duyma yeteneği, sezgi gücü, kendi kendini bilme davranış ölçüsü

Vicdan 1.  Bulma, bir şeyi bir halde görme

2. Duyma, duygu

3. Kendinden geçme, dalma

4. İnsanın içindeki iyi ve kötüyü ayırdeden  duygu

5. Din inanç

 Vicdan özgürlüğü, dini inançta, din töreni yapmakta serbestlik

Büyük Larousse göre " Vicdan, insanı kendi davranışları hakkında yargıda bulundurmaya iten yeti."

Ana  Britanica'ya göre ise "Kişinin doğru ya da iyi olanı yapma doğrultusunda gelişmiş bir zorunluluk duygusu çerçevesinde, kendi davranışlarının amaçlarını ve karakterini ahlâki açıdan değerlendirmesini sağlayan psiko-kültürel yapı."

Sezgicilere göre; "Doğru ve yanlışı ayırt etmemizi sağlayan ve doğuştan gelen bir yetidir.

Deneycilere göre ise geçmiş deneyimlerden kaynaklanıp gelecekteki davranışları belirleyen öznel bir süreçtir.

Kant, vicdanı, ahlâki bir kanun olarak niteler ve onun aklın mahiyetinden doğduğunu ifade eder.

Rousseau gibi düşünenler vicdanı,  iyiyi kötüden ayırt etmedeki yanılmaz yargıcımız olarak görürler.

Kimi sosyologlar da bireysel vicdanı toplumsal vicdanın bir kişide kendisini göstermesi olarak kabul etmektedirler.

Vicdanın doğuştan getirilen bir yeti mi, sonradan kazanılan bir değerler sistemi mi olduğunu anlamak için  insanın nasıl insan olduğunu kavramamız gerekmektedir.

Aristoteles'e göre insan, sosyal bir hayvandır. Erdeme ilişkin değerleri  de içinde yaşadığı  toplulukta oluşur.

Jon Nuttal "Doğru ya da yanlış gibi ahlâki nosyonlar bize çocuklukta aşılanırlar. Bazı şeyleri yaptığımızda azarlanır, bazılarında ise övgü alırız. Bu yolla, şu ya da bu oranda genel geçer davranış normlarına uyum sağlamış oluruz. Gelgelelim, tıpkı bir köpekte olduğu  gibi, bunu basit bir talim süreci olarak göremeyiz. Övgü ve yergi basitçe davranışlarımızı  koşullayan ödül ve ceza değildir." diyerek  değer yargılarımızın çocukluktan başlayan bir karmaşık sürecin ürünü olduğunu belirtir.

Nietsche  için insan, doğuştan politik bir hayvan değildir; ama ahlâkın evrimi ve yüzyılar süren toplumsal gelişme aracılığıyla bir eğitim ve yetişme sürecinden geçmiştir. Bu sürecin ürünü ise, toplum sözleşmelerine bağlanabilecek ve eylemlerinden sorumlu tutulabilecek  egemen  bireydir, yani vicdan ve özgür iradenin gururlu sahibi insan.

Erdem saydığımız  doğruluk, iyilik, güzellik... gibi kavramlarla ilgili vicdan. Ne var ki  bu kavramlar, ancak karşıtlarıyla anlam kazanan, içinde yaşanılan topluma ve zamana göre değişebilen, görece kavramlar. Bu yüzden  her zaman ve  her kişide aynı nitelikte ortaya çıkmaması doğal.

Aslında salt doğruluk diye bir şeyin olmadığı açıktır. Evrende yalnızca  değişim vardır. Akıp giden, durmadan değişen bir gelişme vardır. Bu değişmeyi de sürdüren yaşamın kendisidir.

Efendi ahlâkının vicdanıyla köle ahlakının vicdanı aynı mıdır? diye sorar Nietsche ve ekler "Köle, güçlünün erdemlerine kötü gözle bakar, varoluşunu kolaylaştırmaya hizmet edecek olan acıma, tevazu ve sabır gibi vasıflara saygı duyar.

 " Bessus adında biri, bir serçe yuvasını hiç yüreği sızlamadan bozup yavruları öldürmüş. Bu nedenle kendisine çatanlara: Haklıydım, der, çünkü  bu  serçe yavruları durmadan beni babamı öldürmekle suçluyorlardı."

Montaigne bu öyküyü anlattıktan sonra da ekler :"Bu baba katiline vicdanının öç alıcı cadalozları,  suçunu açıklatmıştır." Oysa  Eski Moğ  kabilesinde yaşlı babasını öldüren oğulun ya da Bugün İran'da  saçının ucu göründüğü için 22 yaşındaki bir kdını katleden ahlâk polislerinin böyle bir vicdan sorunu yoktur. Çünkü onlar yaptıklarını erdemlerinin bir gereği olarak görmektedirler.

Bu söz ve örneklerden vicdanın salt içinde yaşadığımız zaman ve toplumun ürünü olduğu sonucunu çıkarmamız elbette doğru değildir. Çünkü   sonuçta  vicdan " ben'in  kendisi'yle  ilgili temel bir sorunudur.

Örneğin yolda cüzdan bulan ve bunu sahibine ulaştırıp ulaştırmama sorunu yaşayan kişinin, cüzdan sahibine karşı haksızlık edip etmeme ve toplumsal değerlere ters düşüp düşmeme gibi ikilemleri yaşaması gibi görünse de asıl sorun ben'in kendisinde biçimlendirdiği  öteki lere  ilişkin değer yargılarına, erdemlere uygun davranıp davranmamasıdır.  Bu nedenle vicdan duygusunun bireysel bilinç ve toplumsal kimliğin geliştiği oranda aklın ürünü olduğunu söylememiz söz konusudur.

Wilhelm Windeband  (1848-1915) "Olgun ve kültürlü bir insan, sadece ahlâka dayalı bir vicdanla yetinmez, o aynı zamanda mantıktan ve estetikten güç alan bir vicdana sahiptir. Böyle bir kimse, yalnız kendi istek ve uğraşısı için değil, aynı zamanda düşünsel ve duygusal yaşamı için de vicdana sahip olmanın bir görev olduğu kanısındadır, ve böyle bir insan, tabiat gereği olan hayat yolculuğunun, bu görevi zaman zaman nasıl zedelemiş olduğunu acıyla ve utançla duyar da."

Goethe'ye göre de vicdan ancak düşünebilen insanda vardır.

Kişi bilinçlendikçe kendisiyle ilgili şeylerin kendisi dışında da olabileceğini kavramaktadır. Salt annesine yalan söylediği için üzüntü duyan utanan çocuk, zamanla  kendisinden binlerce uzakta işlenen bir insanlık ayıbının, ya da hiç tanımadığı insanları etkileyebilecek bir davranışının da muhasebesini yapar ki bu sıradan insan  olmayı aşmanın bir sonucudur.

Bir toplumun üyeleri dünyayla ilişkilerinde, Quere'nin (1987) belirttiği gibi, hem biricik ve/veya tekil, hem de herkes için aynı bulunurlar, birbirleriyle, benzer öznelerin, yani paylaşılmış normlar ve anlamlara dayanarak birbirine bağlı ve kendilerini birbirlerine mecbur hisseden ve kendilerini birer kişi olarak kabul eden öznelerin ilişkisini kurarlar, burada bir özne obje ilişkisi söz   konusu değildir.

Vicdan, bireysel kimliğin ve  bilincin geliştiği oranda aklın ürünüdür. Kişi bilinçlendikçe vicdan mahkemeleri de daha yaygınlaşmaktadır.

Yaşama evrensel boyutlarda bakabilen  biri sorumluluklarını ne kendisiyle, ne de ülkesiyle sınırlı tutmaktadır. Çünkü o bilmektedir ki  evrende her şey birbiriyle ilişkili, Kuzey Amerika'daki bir kelebeğin kanat çırpışının Güney Amerika'da fırtınalara yol açabildiğinin bilincindedir. Bu nedenle de vicdanı toplumsal  sorunların da mahkemesine dönüşmektedir. Böyle bir insan sıradan insan  değil benliğine yaptığı yolculuğun bilincine varmış insandır.

"Yeryüzünün ereği ve anlamı da üstüninsandır. Öyleyse Tanrısal umutları bir yana bırakıp  yeryüzüne bağlı kalmalıdır. İnsan, hayvanla üstüninsan arasına bağlanmış bir köprüdür. İnsanın asıl büyük olan yönü de bir erek değil, bir köprü oluşudur. Üstün insana ulaşması için insanın kendisini yok etmesi gerekir.

"Yığından biri olmak istemeyen kimse onu ortadan kaldırmalı ve kendi vicdanının sesini dinlemelidir. O vicdan ona şöyle seslenir: Sen kendin ol, şu anda sen yalnızca kamuoyundan biri olan görüntü - bir sözde-insansın.) (Prof Bedia Akarsu)

 "Macbeth öldürür kıralı. Ve eyleminin ağırlığı altında bundan böyle uykunun kendisine haram olduğunu anlar ve şu dizeleri dillendirir:

              "Bir ses duyar gibi oldum:

               Kimseler uyumasın artık Macbeth uykuyu öldürdü!

               Evet, masum uykuyu, hergünkü  hayatın ölümünü,

               Yorgunlukları yıkayan suyu,

               Yaralı canların merhemini."

 Bu arada Lady Macbeth geceleri uykusunda gezmekte, işledikleri cinayeti sayıklamaktadır:

          " Çık elimden, korkunç leke, çık diyorum sana

             Bu bir...Bu iki... Tamam : Haydi şimdi

             Cehennem ne karanlıkmış."

Uykuyu öldüren Macbeth değildir aslında. Lady Macbeth' in ellerinden çıkmayan da kralın kanı değil, vicdanlarına yapışan azaptır.

            İlk ceza odur ki, hiçbir suçlu

            Kendi yargıçlığından kurtulamaz

Ovidus'un dizeleri ne de güzel açıklıyor  Lady Macbeth'in sorununu. Ne var ki bu vicdan azabı üstüninsanla hiç de ilişkili değildir. Çünkü  onlar  yalnızca kendi hırslarının acısını  yaşamaktadırlar.

Burada amacım asla sıradanlığı küçümsemek değildir. Çünkü   gelişmişliğin ve üstünlüğün anlamlandırılmasında sıradanlığın da önemli  katkısı olduğu açıktır. Üstelik onlar, evrensel düzeni sarsabilecek vicdan problemleri de yaşamazlar. Sanırım korkulacak kişiler vicdani kaygıları evrensel boyutlu olmadan evrene nizam vermeye kalkışanlar olsa gerektir. Düşünsenize bir:  Muktedir; ama  muhteris  üstelik de bencil...

Vicdana ilişkin değerleri gelişmemiş bir zenginden çekinelim. Çünkü o, zenginliğini hayırlı işlere, toplumun yararına ve insanların mutluluğuna değil; iyi duyguları boğmak, dostlukları yok etmek, karşılıklı güven duygusunu zedelemek için kullanacaktır.

Vicdana ilişkin değerleri gelişmemiş mevki sahibinden korkalım. Çünkü onun düşüncesi bulanık, kalbi katıdır. O, kibir ve gururunun kölesidir. Şan ve şerefin yalnızca yararlı ve hayırlı işler yapanların olacağını bilmez.

Tanrı bizi, vicdansız kuvvetlinin  gazabından  korusun. Çünkü sevgi tanımaz, yaşama sevincini yok eder. Tutkuları kamçılar, zulme ve cinayetlere yol açar. Kuvvet, ancak akıl ve bilgi ile birleşince, hak ve adalete zafer kazandırır. Ne yazık ki vicdanı gelişmemiş kuvvet sahibi akıl ve bilgiyle değil hayvansal içgüdüleriyle davranır.

Dil, bir kültürün aynası olduğuna göre halkımızın konuyla ilgili  değerlerini  yansıtan bazı söylemlere de kulak vermek gerektiği kanısındayım.

"Vicdanının sesini dinle" diyor Türk halkı. Eğer bir konuda tereddüt ediyorsan. Sana doğruyu o gösterecektir. Buna göre vicdan, iyiliği kötülüğü ayırmamıza yardım eden bir iç sestir. Eğer bu  sesi  dinlemeyi bir alışkanlık haline getirmişseniz, elbette iyi insan olma şansınızı yükseltmiş olacaksınız.

Vicdan, sesini dinleyenlere o elbette el verecektir. Çünkü o, bizi kötülüklerden, çirkinliklerden koruyan, bizi yönlendiren, bizi biçimlendiren bir sestir. Bilmeden istemeden yaptığımız yanlışlıklarımız için vicdanen rahatsız olacağız, en önce kendimizden utanacağız.

Erguvan Ağacı, İngilizce konuşulan ülkelerde Judas Tree, yani Yahuda'nın ağacı olarak bilinir. Efsanelere göre Yahuda, İsa'yı ele verdikten sonra kendini erguvan ağacına asmıştır. Erguvan ağacının  dallarının çarpık çurpuk olmasının nedeni bundanmış. Ağacın  çiçeklerinin pembe rengi de Yahuda'nın ihanetinin utancını yansıtırmış. Dünya var oldukça vicdan azabı çekmek bu olsa gerek.

"Tanrı bizi bu tür azaplardan korusun." demek kolay, Tanrının bizi  koruyabilmesi için bizim de sabırla kendimizi işlemeye, diyar-ı kalbe yolculuğa devam etmemiz gerek.

Söze usta malıyla başladık, kendi şiirimle bitireyim:

Yaşamdan yanaysa yüreğin

Gece de sensin, gündüz de...

Sabrın gergefinde nakkaş misali

Sevgiler, sevinçler işle

Bulutları doğuran da sensin

Toprakla buluşan damla da sen....

Kuvarsı çelikle buluşturduğun an

Yanmayı bildiğin andır.

Şimden geri seni sana

Yalnız külüne eklenen kum anlatabilir

Pişir yüreğini

Pişir de billur bir avizeye dönüş

Sonra kutsa kendini

Çünkü onulmaz yaraları yalnız sen sarabilirsin.

HAT

YAZARIN DİĞER YAZILARI