ZEYTİN ADAMA MEKTUP
On bir yıl oldu. Yine Haziran. Yine dilimde Hasan Hüseyin Korkmazgil'in "Haziranda ölmek zor!" dizesi.
Bu yaşadıkça sürecek bir sayıklama, iç ses, umarsızlık yası.
Aslında ölüme yakışan ne gün, ne ay, ne mevsim var. Her güne yeni umutlarla uyanmamız bundan.
O gün, onu doğduğum odada zeytin dalları serpiştirilmiş çarşaflar altında ebedi uykusuna dalmış görünce "zeytin yaprağında, ay ışığı dondu" demiştim. Çok çok eskilere gidivermişti belleğim:
"Baba bu ne?"
"Delice."
Bir dağ yamacındayız. Hava ayaz. Kazmayı delice köklerine vurdukça 'Hıhh!' diye bir ses çıkarıyor. Kazmayı daha güçlü sallamak için böyle bir ses çıkarmak gerek, diye düşünüyorum.
"Baba deliceleri ne yapacağız?"
Kazmayı bırakıyor. Başımı okşuyor. Anlıma kocaman bir öpücük konduruyor.
"Nasırlı eller çocukları daha içten okşar, ter kokulu babalar, daha bir sevgiyle öper oğullarını" değil mi?
"Bu deliceleri götürüp tarlamıza dikeceğiz. Sonra onları aşılayacağım. Akıllı olacaklar."
.
Hava ayaz yine. Tarlanın sağında solundaki su birikintileri buzlu cam. Toprak betondan sert. Açtığı çukurlara deliceleri tek tek yerleştirirken "hıhh"lamıyor. Bir heykeltıraş gibi diktiği ağaçların karşısına geçip, ışığı gölgeyi, güneyi kuzeyi değerlendiriyor.
"Bu ağaç var ya bu ağaç, ölmez. İnsan ölümsüzlüğü istiyorsa, birincisi, iyi evlât yetiştirmeli, ikincisi zeytin dikmeli."
Çocuk aklım ikincisini almıyor. O bunun farkında. Hemen devam ediyor:
"Zeytin, cennet meyvesidir. Hazreti Adem ölünce, oğlu Şit, cennet bahçesinden aldığı üç tohumu babasının ağzına koymuş ve onu öyle gömmüş. Zamanla bu üç tohum yeşermiş zeytin, çam (sedir) ve servi ağaçları olmuş."
Havalar ısınırken fidanların her biri delicesine filizleniyor. O, her sabah tek tek selâmlıyor onları. Yazla kuyulardan, derelerden kova kova sular taşıyoruz birlikte. Can suyu veriyoruz.
Sevgiyle büyütüyor, hem fidanlarını hem bizi.
Bu göz aşısıdır, bu da kalem aşısı derken meyveye duruyor ağaçlar. Yeşil taneler şiir: "Sıksan ağustosta yağı çıkar."
Önce sepetler dolusu, sonra küfeler, derken avlular dolusu zeytin, küpler dolusu zeytinyağı.
"Artık sizi daha iyi okullarda okutabilirim." diyor.
Biz oğullar geleceğe, artık daha bir güvenle bakıyoruz. Bağsa bağ, bahçeyse bahçe. Nuh'un güvercinin, ağzında zeytin dalıyla dönmesinin gerekçesini iyi biliyoruz, Olimpiyat kahramanlarının, zeytin dalından taçlarla onurlandırıldığını, hatta Antik Yunan'da yedi bilgeden biri kabul edilen Solon'un Kanunları arasında zeytin ağacı kesenlere ağır cezalar uygulandığını da öğrenmiştik.
Yaşı, 60'a dayanmıştı. Bir gün devlet, ona: "Zeytinliklerini istimlâk ettim." deyivermişti.
Kaşla göz arasında tel örgülerle çevirdikleri zeytinlerini sevip konuşmak istediğinde; "Yasak hemşerim, devlet malıdır." deyip bahçesine girmesine bile izin vermemişlerdi.
O ki "kuşun kurdun da hakkı var der, her hasat mevsiminde dalda meyve, tarlada başak bıraktırırdı." Oysa ona göz hakkı bile bırakmamıştı bu devlet.
Bu, ne yaman bir fırtınaydı?
Emek emek yetiştirdiği ağaçları bir bir devriliyor, yerlerine kömür rayları döşeniyordu.
Bu ne yaman bir yangındı?
"Zeytin ağacının yanışı, başka ağaçlara hiç benzemez. Mübarek sanki için için ağlar. Sonra ikiye yarılır. Tıpkı bir yürek gibi" derdi. Kendini anlattığını, nasıl da anlamamışız.
Gücü yoktu eskisi gibi: ama o zeytine inanıyordu. Emeğin ve üretmenin düşmanlarına inat, ölmez ağaçla ölümsüzlüğe ulaşmaya kararlıydı. Bu yüzden, yeni kıraçları bitek yapmaya harcadı kalan ömrünü. Ayakları tutmaz olsa da ellerini ayak yaptı. Yeni deliceleri zeytin yaptı. Bize emeğe, hakka saygıyı öğrettiği gibi zeytinlerine de termik santralin zehrine direnmeyi öğretti.
O giderken Yunus gibi;
"Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi
Şol göz yumup açmış gibi"
demedik.
Hoşgörünün ve barışın bilgesidir deyip seni başı zeytin dallı tabutla taşıdık.
Cennet meyvesinden ayrı düşmesin deyip toprağına zeytin çekirdeği diktik.
***
Canım babam, bana sunduğun değerlerin ışığında hep menzilimize doğru koştum, koşuyorum.
Yaşadıklarımızı yazdım, yazıyorum, yazacağım. ama yazmak acı gerçekleri değiştiremiyor.
Bu çağ, barbarlık ve haramilik çağı babam. Onlar her geçen gün daha hoyrat, daha acımasız.
Sen, umudu diri tutmak ve azmin gücünü anlatmak için sık sık: "Düştüğün yerden bir avuç toprakla kalkmasını bileceksin." derdin.
Ben de gelinin ve çok sevdiğin torunlarınla omuz omuza, gönül gönüle senin adına bir bağ yetiştiriyoruz. Torunların da sen ve annem gibi toprak sevdalısı. Yoğun mesleki yaşamlarına rağmen bir elleri toprakta.
Dileğimiz onların senin yaşadığın acımasızlığı yaşamamamaları. Onların da torunlarına bu cennet vatanda güneşte oturacak gölge, soğukta sığınacak yurt bırakabilmeleri.
Seni özlemle anıyoruz. Işığın ışığımız canım babam.