24 HAZİRAN SONRASI TÜRKİYE NOTLARI
Prof. Dr. Kemal Kocabaş
24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimi sonrası ülkenin tüm kurumları, adı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak tanımlanan yeni yönetim anlayışına uygun olarak yapılandırılıyor. Alışık olmadığımız bir biçimde yoğun kararnameler yayınlanıyor, tüm kurumlar Cumhurbaşkanlığına bağlanıyor, yaygın endişelerde ifade edildiği gibi TBMM’nin etkisizleştiği, demokratik temayüllerin askıya alındığı, kamu kadro atamalarında liyakatın tümüyle sıfırlandığı bir Türkiye fotoğrafıyla karşı karşıyız…
Toplumu sarsan değişikliklerde ne var? Üniversitelere rektör olabilmek için üç yıllık profesör olma zorunluluğu vardı. Çıkan bir kararname ile profesör olma zorunluluğu ortadan kaldırıldı. 3-4 gün sonra çıkan yeni bir kararname ile geri adım atıldı. Ama bu sırada İstanbul’da Cerrahpaşa Üniversitesine bir yıllık bir profesör, rektör olarak atandı. Hakim olmak için hukuk fakültesi çıkışlı olma zorunluluğu ortadan kalktı. Ülkedeki tek seslilik ve korku kültürü nedeniyle hiçbir hukuk fakültesinden hiçbir tepki yok. Devlet tiyatroları ve opera gibi ülkenin en saygın sanat kurumları Cumhurbaşkanlığına bağlandı. Yüksek yargı organlarına kamu bürokrasisinin yakınlarının atanmasına hızla devam ediliyor. Nazilerden kaçan Alman bilim insanlarının kurduğu İstanbul Üniversitesi Botanik bahçesi diyanete veriliyor, ”Barış İmzacısı” ve ülkenin sosyal kapitali olan üniversitelerimizin en saygın öğretim üyelerinin görevlerine son verilmeye devam ediliyor, kaldırıldığı iddia edilen OHAL yerine sürekli OHAL’i kalıcı kılan düzenlemeler yapılıyor. Ülkeyi yönetenlerin düşün dünyasına daha demokratik bir Türkiye hayali hiç uğramıyor, böyle bir düşleri de hiç yok… Sonuçta neler oluyor: Ülkenin yarısı, yarın endişesinde, gerilmiş ve adeta nefes almakta zorlanıyor. Başka; ülkenin en iyi yetişmiş çocukları geleceğini yurtdışında arama kaygısında, ülkenin sermaye birikimi yavaş yavaş ülkeyi terk ediyor. Ülkenin dönüştürüldüğü tüm bu ağır koşullarda CHP’den tık yok…
24 Haziran sonrası oluşan Türkiye fotoğrafının endişeleri nedeniyle düşün dünyamızın soruları var. Bu soruları sormaya ve tartışmaya toplumsal sorumluluğumuz adına hep devam edeceğiz. Ülke nüfusunun yarısını görmeyen, ötekileştiren, ülkeyi parti devleti anlayışıyla ve öznel iradeyle yöneten bir yönetim anlayışı ülkede barış iklimi üretebilir mi? Yaklaşık yetmiş yıllık topal aksak yürüyen demokrasi deneyiminden sonra 24 Haziran sonrası yaşama geçirilmeye çalışılan, yetkilerin, gücün bir kurum veya kişide yoğunlaşması sürdürülebilir mi? Bu yönetim anlayışında “yargı bağımsızlığı” gerçekleşebilir mi? Demokratik hukuk devleti anlayışından hızla uzaklaşan Türkiye, Sayın İbrahim Kabaoğlu Hoca’nın ifade ettiği gibi “monokrasi” ye doğru hızla yol alıyor.
xxx
24 Haziran seçimleri sonucu en çok tartışılan siyasal parti CHP oldu. Seçimler sonrası adeta depresyonda olan CHP tabanına yönelik parti üst yönetiminin ciddi, güven ve umut veren bir açıklaması ve özeleştirisi de yok… Ülkenin içinde bulunduğu ağır koşullarda CHP, bir türlü halka dokunamıyor, dokunuşu da sandığa yansımıyor. CHP, bu durumu mutlaka irdelemek zorunda. Mevcut yönetim kadrosu ve anlayışıyla bunun gerçekleşmediğini de hep birlikte görmekteyiz. CHP, örgüt yapısını, üye profilini, alışkanlıklarını mutlaka değiştirmeli, ilkesel bir değişimi gerçekleştirmelidir. CHP, Cumhuriyetçi kimliğini sol ve emek hareketi ile buluşturmak zorundadır. CHP, ancak insan ve emek ağırlıklı sol toplumsal projelerle toplum buluşmasını üretebilir. Tıpkı 1973 ve 1977’de olduğu gibi. O nedenle sağı temsil eden yeterince siyasal parti varken CHP’nin sağa açılma politikalarının toplumda bir karşılığı yoktur, CHP bu yanılsamadan bir an önce vazgeçmelidir. Seçim sonuçları da bunu gösteriyor.
24 Haziran seçim sonuçları, seçmenin oy verme davranışı hakkında bilgiler veriyor. Şeker fabrikalarının satıldığı illerde, büyük bir maden faciası travmasının yaşandığı Soma’da, fındık üreticilerinin yoğun yaşadığı Karadeniz’de seçmenler oylarını siyasal iktidardan yana kullanmaya devam ettiler. Yani bu seçimlerde seçmen, tercihini yaşam tarzı aidiyetlerini öne çıkararak oy verdi. Yoksulluğun, hayat pahalılığın, dövizin artışının seçmen davranışındaki etkisi sınırlı kalmış görünüyor. Demokratik çoğulcu bir ülkede oy verme davranışının sınıfsal aidiyetler üzerinden gelişmesini bekleriz. CHP, 1973 ve 1977 seçimlerinde yakaladığı bu oy verme davranışını günümüzde üretemiyor. CHP, seçmenin bu oy verme davranışını değiştirecek adımlar atmalıdır. Seçim sonuçlarını bu pencereden bakarak yorumlanmalıdır.
XXX
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin” ilk bakanlar kurulu açıklandı. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Prof. Dr. Ziya Selçuk hakkında basında, sosyal medyada çok farklı değerlendirmeler öne çıktı. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi olan Selçuk, daha önceki AKP’li bakan Hüseyin Çelik tarafından Talim Terbiye Kurulu başkanlığına getirilmiş, özel okulları olan bir akademisyen ve eğitimci. 2002 yılından beri tüm AKP hükümetlerinin eğitim politikalarının “Dinselleştirme ve Özelleştirme” üzerine inşa edildiğini biliyoruz. Özellikle son yıllarda düz liselerin kapatılmasıyla öğrencilerin imam hatip liselerine kaydının zorlanmasını, tüm okulların imam hatiplere dönüştürülme çabalarını, tarikat ve cemaatlerin bakanlıkta cirit attığını hep beraber görebilmekteyiz. Sayın Ziya Selçuk ne yapacak? Eğitimin dinselleştirilmesine karşı durabilecek mi? Tüm okulların imam hatipleştirilmesine karşı çıkabilecek mi? Laik, demokratik, bilimsel eğitimin evrenselliğinin altını çizecek mi? Tarikat ve cemaatların milli eğitimde cirit atmasına izin verecek mi? Özel okul sahibi sayın bakan “Eğitim Hakkı” hakkında ne düşünüyor? Eğitimin özelleşmesine, piyasaya açılmasına dur diyebilecek mi? Sanmıyorum… O nedenle yeni bakandan çok şeyler beklemek doğru değil. Yaşayarak göreceğiz…
Ülkenin içinde bulunduğu çok ağır koşullarda bile her daim yüreğimizde ülkemize dair umutları diri tutmak zorundayız. Ülkemizin aydınlık geleceğine dair umutlarımız en büyük hazinemizdir. Ne dersiniz?