ACILARIN, SEVİNÇLERİN ARALIĞINDA YAŞAMAK VE GERÇEĞİ ARAMAK
Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ
Yaklaşık son on yılda iki haftada bir Muğla'ya gidiyordum. Annemin rahatsızlığı, doğduğum, büyüdüğüm sosyal çevre, anılarım ve çocukluğum beni hiç bırakmıyordu. 21 Ekim 2019 tarihinde sevgili annemin vefatı, ilk yedi gün ve 52. gün ritüelleri sonrası kardeşlerimle birlikte evi kilitlemiştik. Altmış yılı aşan bir beraberlik sonrası yaşanılan anne kaybını içselleştirmenin ne kadar zor olduğunu yaşadım bu sürede. Travmatik bir boşluk yarattığı çok açıktı, acı içindeydim. Bunu aşmanın yolunun gerçekle yüzleşmek olduğunu düşünerek hafta sonu Kavaklıdere yollarındaydım. Hüzünlü bir yolculuktu. 11 yaşında ayrılmıştım ailemden. Parasız yatılı olarak Ortaklar İlköğretmen Okulundan her köye gelişimde annemin, babamın sıcak kucaklarını açarak nasıl beklediklerini düşündüm yol boyunca. Yatağan yol ayrımından sonra yemyeşil çam ağaçlarının arasından yirmi beş kilometrelik yolda son altmış yıl film şeridi gibi gözümün önündeydi. Yutkunamıyordum ve gözlerimden akan damlalara yansıyan derin bir hüzünle köydeki mezarlıkta sevgili annemin yanındaydım. Uzun uzun onunla konuştum. Bize sunduğu sevgi dolu aile ortamı ve yoğun emek için teşekkür ettim. Üzerinde çıkan yeşil buğday yapraklarına dokunarak onunla vedalaştım. Behçet Aysan'ın "söylediğim türkü/ doludizgin karlarda./ hoşça kal/ annemin yüzü" dizeleriyle mezarlıktan ayrıldım. Sonra kapısı kilitlenmiş "goca evin" önünde cıvıl cıvıl geçen o güzel günleri düşündüm. Tarihin bu sayfası bir biçimiyle kapanmıştı, onu anladım. Annemi, babamı, kardeşlerimi, ailemi ve yakınlarımı sevgiyle selamladım.
Annemin vefatı ve sonrası süreçte taziyelere gelen eş, dost ve yakınlarla yapılan sohbetlerde bilmediğim yeni şeyler öğrendim. Bildiğimiz gibi Köy Enstitülerinde özgün uygulamalı bir eğitim vardı. Öğrencilere pedagojik eğitim dışında teknik beceriler de kazandırılıyordu. Erkek öğrenciler "demircilik, marangozluk, yapıcılık" gibi dalların birinde eğitim görüyorlardı. Kızılçullu Köy Enstitüsü 1945 çıkışlı babam demircilik kolu mezunuydu. Babamı 1978'de kaybetmiştik. Onun enstitü anılarını ayrıntılı olarak o yıllarda merak etmemiştik ve sormamıştık da. 1945 yılında Kavaklıdere'ye geldiklerinde demircilik araçları, iki at ve bir inek verildiğini, ilkokula bir kilometre mesafede yaklaşık on dönümlük bir tarla verildiğini kabaca biliyordum. Bu taziye ziyaretlerinde bizim mahallede babamın bir demirci dükkanı açtığı, köy delikanlıların burada aldıkları eğitimle ev araçları yapmayı öğrendiklerini bu dükkanda eğitim alan bir yakınımdan öğrendim. Halalarımla yaptığım söyleşilerde de verilen at ve inekten ailecek çok yararlandıklarını ifade ettiler. Taziye döneminde kahvehanede sohbet ederken 1945-1946 dönemlerinde babamın öğrencileriyle söyleşi olanağım oldu. Tüm okul öğrencilerinin enstitülü öğretmenlere verilen tarlaya giderek önce tarlanın taşlarını temizlediklerini, orada uygulamalı tarımın nasıl olması konusunda örnek çalışmalar yapıldığını, tahıl üretiminin gerçekleştiğini büyük bir coşkuyla anlattılar. Tabii ki Ankara'daki rüzgarlar değişip Yücel ve Tonguç görevden ayrılınca enstitülü öğretmenlere verilen tüm bu araç, tarla ve hayvanlar geri alınıyor. İki yıl süren ve köye modern tarım ve hayvancılığı öğretmenler aracılığıyla götürmeyi temel alan bu anlayış canlandırılacak köy projesi, köyü kendi çocuklarıyla içten canlandırmanın adımlarıydı. Babamın ve enstitülerin tarihi ile ilgili bu anlatıları duyunca çok mutlu oldum. Projenin ne denli doğru ve bize özgü olduğunu düşündüm.
Bu taziye döneminde bir başka acı gerçek de karşıma çıktı. Hüseyin, arkadaşım, kardeşim ve yakınım. Annesi ileri düzeyde Alzaymır hastası. Alzaymır hastalığında hastalar yakın geçmişi unutur, uzak geçmişle yaşarlar. Annem de hastalığı sürecinde çocukluk dönemine dair tüm manileri, düğününde çalınan müziği ifade ederdi. Hüseyin'in anlatılarında enstitülerle ilgili bir gerçeği de öğrendim. Daha önce Yeşilyurt'tan Kızılçullu Köy Enstitüsüne giden Nurullah Besi Amca, Hüseyin'e annesinin de Kızılçullu Köy Enstitüsüne gönderilecek öğrenci olarak seçildiğini fakat ailesinin göndermediğini anlatmış. Hüseyin bu gerçeği ilk kez duyduğunu kimseye de teyit ettiremediğini anlattı. Muğla'da ahşap köy evleri altlı üstlüdür. Aşağıda yapılan her konuşma üstten rahatça duyulur. Sevgili Hüseyin üst odada yatarken aşağıda Alzaymır hastası olan annesinin yasını duyar: "Kızılçullu'ya gidecektim, beni göndermediniz, daha güzel bir hayatım olacaktı" şeklindeki ailesine olan sitemini dile getirdiği yas Hüseyin'in annesinin hazin gerçekliğini öğrenme olanağı verir.
Hüseyin'in sevgili annesinin bu çığlığını 1940'lı yıllarda Köy Enstitüleri duymuştu. Köy Enstitüleri laik, demokratik, bilimsel ve "karma eğitim" yapan eğitim kurumlarıydılar. Köy Enstitüleri o yıllarda daha çok kız öğrenciyi eğitim hakkına kavuşturmak için "pozitif ayrımcı" bir yaklaşımı hayata geçirmişlerdi. Yanında bir kız öğrenci getiren erkek öğrenci enstitüye sınavsız kabul edilecekti. Bu yaklaşım sayesinde yaklaşık 1500 kız öğrenci eğitim hakkına kavuşmuştu. Okuma yazma oranının %15 civarında olduğu 1940'lı yıllarda köyler adeta orta çağ koşullarındaydı. Kız öğrencilerin okulla, eğitimle buluşmasının önünde ağır muhafazakar iklimin önyargıları vardı. Sevgili Hüseyin'in annesi bu engelleri aşamamıştı. Bu satırlardan ona güzellikler ve sağlıklar diliyorum.
Ölümler, düğünler, ritüeller bizim ülkede yoğun toplumsal ilişkilerin yaşanmasını sağlıyor. Sözlü anlatılarla, yaşanmışlıklar gün ışığına çıkıyor. Enstitülerle ilgili bu küçük bilgiler enstitü gerçeğinin daha iyi anlaşılmasında önemli veriler oluyor. Son aylarda ülkede eğitim sistemin tümüyle iflas etmesine bağlı olarak eğitim tarihimizin aydınlık sayfalarından nasıl yararlanabiliriz sorusu tartışılıyor. Köy Enstitülerinin güncel karşılığını aramak ve yerel yönetimlerde uygulanabilirliğini tartışmak başkanlığını yaptığım Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneğinin en önemli gündemi.
Bir Kavaklıdere yolculuğu, anneme ziyaret ve böyle bir yazı çıktı. Tüm annelerin aziz hatıralarına sevgiyle.