AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜ DENEYİMİNDEN GÜNÜMÜZE İLETİLER
Prof. Dr. Kemal Kocabaş
Uzun bir süreden beri üzerinde çalıştığımız, yoğunlaştığımız "Tanıklıklarla Köy Enstitülerinden İlköğretmen Okuluna Akçadağ Aydınlığı" kitabı hafta sonu baskıya giriyor. Pandemi sürecinde derneğin yaşadığı ekonomik sorunları aşmak için Akçadağlı dostlarımız kitap yayımlanmadan değişik sayılarda satın alarak çok değerli bir dayanışmaya imza attılar. Bu satırlardan imece adına arkadaşlarımızı dostlukla selamlıyorum. Okulların uzaktan eğitimle yeni öğretim yılına başladığı, milli eğitim bakanının öğretmen maaşlarının bakanlık bütçesine büyük bir yük (!) getirdiğini ifade eden absürd açıklamasını yaptığı bir dönemde Akçadağ Köy Enstitüsünün pedagojiye ve öğretmen yetiştirmeye katkılarını paylaşmak istiyorum.
Köy Enstitüleri, eğitim tarihimizde özgün, nitelikli, aşılamayan öğretmen yetiştirme modelidir. Günümüzün en temel eğitim sorunlarından biri sistemin nitelikli öğretmen yetiştirememesidir. Akçadağ Köy Enstitüsünün ikinci müdürü Şerif Tekben'in Akçadağ aydınlığının yaratılmasında büyük emeği vardır. Akçadağ'da Tonguç'u çok iyi anlayan bir pedagog enstitü müdürüdür ve deneysel pedagojiye çok değerli katkılar yapmıştır. İlk örneğimizi verelim: 1944 yılında Akçadağ Köy Enstitüsü ilk mezunlarını vermeye hazırlanmaktadır. Tekben, son sınıf öğrencileriyle köy gezisi düzenler. Önceden isimleri ve koşulları saptanan, köylerin durumuna göre öğrencilerle birlikte iş ve çalışma programları hazırlar. Bir sabah 171 mezun adayı öğrenciyle birlikte yanlarına aldıkları az miktarda erzakları, yatak takımı, sanat aletleri ve basit ilaçlarla kimisi yaya, kimisi ise eşekle köylerinin yolunu tutarlar. Öğretmen adayları müdür ve öğretmenleriyle atanacakları köylere giderek ilk öğretmenlik deneyimlerini hayata geçirirler. Köyün sosyolojisi, okul ve eğitim koşulları, köyün sorunları, yoksulluk, hijyen, tarım ve hayvancılık gibi sorunlar köy koşullarında tartışılır. Tekben, süreci "köylere taşan yeni bir mücadele" ifadeleriyle anlatır.
Akçadağ'da bir diğer ilginç deneyim ise her sınıfa ilişkin mekan anlayışıdır. Tekben bu durumu "1945 yılında okulda yeni bir düzen kurularak her sınıf ayrı bir binaya yerleştirildi. Her binada derslik, yatakhane, kütüphane, hamam kısımları vardır. Her sınıfın kendi iç düzeninin olması, kendi oyun, dinlenme alanını, yollarını hazırlaması, bahçesine ağaç ve çiçeklerle donatmaları, temizlik ve düzen gibi işlerin nöbetlerini kendilerinin düzenliyor olmaları verimli ve etik bir iş bölümü ahlakı yaratmaktadır" ifadeleriyle aktarır. Öğrencilere yetki ve sorumluluk vermek, aynı düzeyde olan öğrencilerin dayanışmalarını da geliştiren bu uygulama özgün bir çalışma olarak enstitü dağarcığında yer almıştır.
Diğer Köy Enstitülerinde olduğu gibi Akçadağ'da enstitüyle mezun ettiği öğrenciler arasında sürekli, canlı bir iletişim yaşanır. Köy Enstitülerinin mezun ettiği öğrencileriyle sürekli iletişim halinde olması enstitü sürecinin en önemli kazanımlarındandır. Şerif Tekben'in 19.03.1945 tarihinde Tonguç'a ilettiği mektupta "Mezunlarımıza kitaplar ve fidanlar gönderiyoruz" ve yine 25.05 1945 tarihli mektubunda "Mezunların dörtte üçünün durumu tarafımdan en az üçer defa yerlerinde tetkik ve tespit edilmiştir. Ayrıca kendileriyle yaptığım sayısı bini geçen mektuplarla muhabereler neticesinde çalışma derecelerini öğrenmiş bulunuyorum" diyerek enstitü ve mezun ettiği öğrenci ilişkilerinin altını çizmektedir. Yaşam boyu öğrenmeyi ve gelişmeyi öngören bu kazanım ve iletişim günümüze maalesef taşınamamıştır. Eğitim fakülteleri mezun ettiği öğrencilerle ilgili bir iletişim kanalı üretememiştir. Enstitü mezunu öğretmenlerin okul aidiyetleri bu nedenle çok güçlüdür.
Akçadağ Köy Enstitüsü Müdürü Şerif Tekben'in mezun bir öğrenciye 14.11.1945 tarihinde "Kardeşim" başlığı ile yazdığı mektup adeta bir ders niteliğindedir. Mektup; "Bizler büyük bir davanın mesut yapımcılarıyız. Dünyada hiçbir dava mücadelesi, emeksiz, fedaisiz kazanılmaz. Vazifemiz çok geri olan köylerimizde yeni bir ruh ve zihniyet yaratmak olduğuna göre örnek bir şekilde çalışmak gerekir" diye başlar. Tekben, adına Köy Enstitüleri denilen ocağın kuruluşunda çekilen sıkıntı ve rastlanan güçlükleri nasıl yendiklerini anlatır ve "Elele vermeseydik, inancımız uğruna ölürcesine çalışmasaydık, bir an yardımcımız yok diye ümitsizliğe kapılsaydık, bugün binlerce köyleri dolduran sizleri yetiştiremezdik... Son seyahatim sırasında tarlasında terli elini sıktığım, çamur ve kirece bulanmış yüzlerini seyrettiğim arkadaşlarınızı sevinç gözyaşlarıyla alınlarından öptüm. Bir iki yıl içinde gayretin çırçıplak köylerin yeşil yapraklarında, çorak obaların çeşme ve pınar sularının aynalarında, kaldırımlı yolların gölgeli serinliklerinde seyretmek istiyorum. Bizde köy vatan demektir. Köy kalkınırsa vatan kalkınacaktır. İşin değeri ve büyüklüğü buradan geliyor. İşleriniz, yaptıklarınız, yapacaklarınız hakkında sık sık mektup yazınız." ifadeleri yer alıyor ve mektup "başarılar diler, hasretle gözlerinden öperim" diyerek bitiyordu. Görüldüğü gibi enstitü müdürü öğrencisine umut veriyor, destek veriyor, yanınızdayız mesajını veriyor.
Şerif Tekben, Köy Enstitülerini eğitimde kendimizi bulma devrimi olarak tanımlar. Akçadağ dergisinin Mart-1946 üçüncü sayısında ilginç bir haber enstitülerin ne kadar işlevsel, toplumsal yarar odaklı çalışmalar yapmakta olduğunu göstermesi anlamında çarpıcıydı. Malatya köylerinde çalışan enstitülü öğretmenler askere alınır. Enstitü, köylerin öğretmensiz kalmaması için hemen çözüm arar ve bulur. Askere giden öğretmenlere "güle güle dönün" başlığıyla yayımlanan yazıda: "Köy öğretmenlerinin bir kısmı askere gitmişlerdir. Bunların yerini doldurmak için son sınıf öğrencilerinden 43 kişi tayin edilmiştir. Bu arkadaşların enstitümüzün kuruluşunda büyük başarıları vardır. Tayin edildikleri köylerde de sarsılmaz azim ve iradeyle çalışacaklarına eminiz. Tatbikattan iki yönde istifade edilecektir. İlki öğretmensiz kalan köy okulları tekrar açılarak köy yavrularının tahsillerinin tamamlanması temin edilecek, diğeri de yarının hakiki öğretmeni olacak arkadaşlara vazifelerinin mahiyetini öğrenmek için büyük bir fırsat... Her birisi birer ışık kaynağı olan, bu arkadaşlara başarılar diler, güle güle dönün deriz" deniliyordu. Yurtseverlik buydu.
Şerif Tekben'in 1941 yılında radyoda yaptığı konuşmada çok zengin pedagojik öngörülerin izlerini görebilmekteyiz. Konuşmasının bir bölümünde enstitüde her işin öğrenci eliyle yapıldığının altını çizen Tekben ilginç bir deneyimi aktarır: "Atlarımız, kümes hayvanlarımız hep onların alakaları ile bakılırlar. Enstitümüzün orijinal taraflarından bir tanesi de her sınıfın bir miktar kuzusunun bulunmasıdır. Çocuklar bunları büyüttükten sonra yine enstitüye satacaklar. Her sınıfın, nöbetle çobanlığını yapan bir talebesi kendi sürüsünü sabahtan akşama kadar otlatır. Bunlar şimdi kümes hayvanlarına da aynı sınıf mülkiyeti damgasını vurmak istiyorlar. Sınıflar arasında hayvanlara sahip olma rekabeti bizi az zamanda, zengin bir hale getirecek." Enstitülü öğretmenlerimizde gördüğümüz özgüven ve sağlam kişilik yapılarının ardında özgün enstitü deneyimi olduğu çok açık.
Günümüzde eğitime özel okulculuk, dinselleştirme penceresinden bakan anlayışa karşı Köy Enstitüleri eğitime toplumsal yarar ve halk çocuklarının "eğitim hakkı" penceresinden bakıyordu. Köy Enstitüleri laik, demokratik, karma bilimsel eğitimi temel almıştı. Köy çocukları enstitüde bilimsel bilgiyle tanışıyor, rasathanelerde ölçüm yapıyorlar, iş içinde eğitim ilkesiyle hayatın gerçek problemleriyle, demokratik kültür sanat ortamıyla kendilerini yeniden yaratıyorlardı. Köy Enstitülü öğretmenler bu kazanımlarıyla Anadolu'da ışık saçan öğretmenler olmuşlardır. Öğretmen maaşlarını bütçeye yük olarak gören, özel okulculuktan gelen milli eğitim bakanının Köy Enstitülerine yönelik okumalar yapmasını diliyorum. Ne dersiniz?