".Anlatalım/Düşündüklerimizi birbirimize/Sevinç egemen olsun her yerde/İnsanca/ Bir kaygı/Beyaz, ipek gibi yağdı kar/Yağsın/Dünya daha güzel olacak/İnanıyorum buna/Bir insan kalbinin güzelliğine /Çocukluğuna/Sonsuz cesaretine, olanaklılığına/ İnandığım kadar"
Yoğun siyasal tartışmalar, ağır ekonomik sorunların yarattığı hayat pahalılığı, tekrar tırmanmaya geçen salgın, trafik kazalarında yitirilen 67 can kaybı ve orman yangınlarıyla, yasaklanan üniversite mezuniyet törenleriyle uzun bir bayram tatili süreci yaşadık. Bu yazıda bu uzun bayram tatilinde bulunduğum yörelerdeki bazı gözlemlerimi, değerlendirmelerimi aktarmak istedim.
Yukarıdaki dizeler Ataol Behramoğlu'nun "Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar" şiirinin son bölümü. Sayın Behramoğlu'nu kendi dizeleriyle selamlamak istedim. Ataol Behramoğlu, yaşayan en önemli şairlerimizden. Duruşuyla, şiirleriyle, yazılarıyla günümüzde aydın sorumluluğunu yaşam biçimine dönüştüren dostumuz. Behramoğu'na 17 Nisan 2014 tarihinde YKKED-Balçova Belediyesi birlikteliği ile verdiğimiz Aydınlanma Onur Ödülü töreninde yaptığı konuşmada "Aydınlanma, var oluş olgusunu akılla kavrama çabası demektir. Aydınlanmayı reddeden, var oluşu akıl dışı, akıl ötesi, akıl üstü güçlerle açıklamaya çalışan anlayışlar, insanlaşma sürecinin gerisinde kalmıştır. Böyle düşünmemekle birlikte aydınlanmadan umudu kesmiş olmak da bu süreci gerektiğince anlamamak, onun dışına düşmekle eşanlamlıdır. Oysa insan var olduğu sürece umut hep olacaktır. İnsandan, akıldan, aydınlanmadan umut kesilmez." ifadeleriyle aydınlanma ve umut kavramını izleyicilerle paylaşmıştı. Rus Dili ve Edebiyatı uzmanlık alanıyla İstanbul Üniversitesinden emekli olan Prof. Dr. Behramoğlu 11 yıldan beri İstanbul Aydın Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaktaydı. Sayın Behramoğlu'nun açıklamalarıyla siyasal iktidar baskısı nedeniyle bu hafta üniversitedeki görevine son verildiğini öğrendik. Ülke insanımızın ortak vicdanı olan Behramoğlu'nun kürsüsünden, öğrencilerinden uzaklaştırılmasını kınıyorum. Boğaziçi Üniversitesi vakası, rektör egemen üniversiteler, iptal edilen mezuniyet törenleriyle yaşadığımız yıllar özerk ve demokratik üniversite kazanımlarımızı tümüyle kaybettiğimiz bir dönem olarak üniversite tarihimizde acıyla hatırlanacaktır.
8 Temmuz arife günü memleketim Kavaklıdere'deydim. Cuma günü bayram öncesi kurulan pazar çok kalabalıktı. Uzun süredir görüşemediğim eş, dost ve arkadaşlarla kucaklaşarak pazarı dolaştım. Yazın ortası, yerli üretimin başlamasına rağmen sebze ve meyve fiyatları yüksekti. Hemşerilerimin yüz ifadelerine baktım, çok mutlu gözükmüyorlardı. Anladığım kadarıyla artan hayat pahalılığına karşın memur ve emekli maaşlarına yapılan zam ardından gelen fiyat artışlarıyla anlamını yitirmişti. Kavaklıdere daha çok asgari ücret düzeyinde gelirleri olan insanların kasabasıydı. Enflasyon ve hayat pahalılığı pazarda çok açık görülüyordu. Pazar gezisi sonrası mezarlıktaydım. Mezarlık girişinde Sevgili Hüdaverdi Akkuş ve eşi mezarlığa ziyarete gelenlere keşkek ikram ediyorlardı. Akkuş ailesi, altı yıl önce Kavaklıdere'de yaşanan trafik kazasında oğullarını kaybetmişti. Onun anısına her kurban bayramı arifesinde oğulları için mezarlığa gelen ziyaretçilere bu ikramı yapıyorlardı. Ailecek biz de ikinci kez bu ikramla karşılaştık. Onlarla sohbet ettik, acılarını paylaştık, söyleştik ve onları sevgiyle kucakladık. Sevgili annemin, babamın, ve yakın akrabalarımın mezarlarına yaptığımız ziyaret sonrası goca evdeydik. Goca ev insansızdı artık. Yaklaşık doksan yıllık hatıraları barındırıyordu her metrekaresinde. Evin önündeki incir altında sabahlara kadar yapılan söyleşiler, sevgili anamın, babamın sesleri kulaklarımda çınladı durdu. Goca evin hüznünü yüreğimde hapsederek Kavaklıdere'den ayrıldık.
Bayram boyunca çevre-doğa olayları gündemimizde epeyce yer aldı. 11 yaşında başlayan yatılı okul öğrenciliğimden beri yemyeşil çam ağaçları arasından akan yaklaşık 28 kilometrelik Kavaklıdere-Yatağan yolu ülkedeki çevre sorunlarını mermer ocakları nedeniyle acıyla yaşıyor. Bilimsel denetlemeleri yapılmayan bu ocakların güzelim doğayı çoraklaştırdıkları, doğayı talan ederek yörede yaşayan insanların sağlıklı çevre hakkını yok ettiklerini yol boyunca izledim. Benzer çevre sorunlarına karşı mücadele eden Yatağan-Deştin köylülerini, Milas-Akbel köylülerini saygıyla selamladım. Benzer bir çevre olayı son günlerde Bodrum'da yaşanıyor. Son yirmi yılda basına mafya literatüründen "çökme" adlı kelime girdi. Bodrum'un "Cennet Koyu" olarak isimlendirilen, hazine arazisi olan bölgesine basında beşli çete olarak isimlendirilen iş adamlarının dev oteller yapmak için iktidar desteği ile çöktükleri bilgileri bayram boyunca epeyce medya gündemi oldu. Bodrumlular, değişik çevre örgütleri ve farklı demokratik kitle örgütleri doğanın-çevrenin insanlık adına, ranta-talana karşı korunmasına yönelik başlattıkları mücadele gittikçe güçlenerek geliştiğini görmek bayramın umut verici haberleriydi. Bir başka çevre haberi Aliğa'dan geldi. Brezilya'dan kalkacak kanser üreten asbest yüklü geminin Aliağa'ya gelmesine Çevre Bakanlığı tarafından izin verilmesinin garipliğini yaşadık. Çevre ve doğa duyarlılığını öne çıkaran İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Aliağa'daki çevrecilerin asbest yüklü geminin Aliağa'ya gelmesine karşı verilen mücadele son günlerde ülke gündemine hızla girdi. Küresel iklim krizinin "yangın, sel felaketi ve salgın" olarak karşımıza çıktığı bu yıllarda ülkenin her köşesinde ortaya konulan çevre-doğa duyarlılığı tüm yurttaşlar tarafından içselleştirilmesi en önemli dileğimiz ve umudumuzdur.
Bayram sürecinde yakınlarımız ve dostlarımız arasında salgın vakalarının hızla arttığı haberleri karşımıza çıktı. Bayramın son günü Muğla'da hatırlatma dozu aşımızı yaptırdık. Biontek hatırlatma dozu iki gün boyunca ateş-titreme şeklindeki septomlarla sarsarak süreci yatakta geçirmeme neden oldu. Siyasal iktidarların görevi halkın sağlığını korumaktır. O nedenle toplu taşımda, otobüs-uçak yolculuklarında maske takılmasının zorunluluğu tekrar hayata geçirilmeli ve altıncı dalga ülkemizde en az zararla geçirilmeli. Bu yapılmadığı takdirde sonbaharda daha ağır ve yoğun vakalar yaşanacağı açıktır.
Bayram tatili sürecinde öğrencilerin merakla bekledikleri LGS ve YKS sonuçları açıklandı. Sonuçlar eğitimdeki nitelik kaybını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Yaklaşık 20 yıllık siyasal iktidarın eğitim politikalarının iflasını da sergiliyor. Niteliğini kaybeden bir eğitimle gelecek asla yaratılmaz. Nitelikli eğitim; düşünen, eleştirel bakan, sorgulayan insanların yetişmesini sağlar. Eğitimi piyasalaştırarak, dinselleştirerek bu gerçekleşmiyor. Altılı masa olarak adlandırılan Millet İttifakı bu anlamda ilk 100 günde eğitimde ne yapacağını, bu sorunları nasıl çözeceğini, laik-demokratik bilimsel eğitimi, eğitim hakkını nasıl hayata geçireceğini, ortaklaştırarak topluma sunmalıdır. Eğitimciler ve yurttaşlarımız onlardan bunu bekliyor. Önümüzdeki yazıda bu sınavlara yönelik bir değerlendirmeyi ayrıntılı olarak okurlara sunacağız. Yazımızı Behramoğlu'nun dizeleriyle tamamlayalım: "Yaşamak görevdir bu yangın yerinde/Yaşamak insan kalarak"