MUZAFFER İLHAN ERDOST VE KÖY ENSTİTÜLERİ
Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ
"Ekim 1973, Ankara/bir yanda muzaffer abi/voltadaki kehribar tesbih gibi/ yanından ayırmamış hâlâ/kanun-ı osmanî mefhum-ı/defter-i hâkanî./düşünüyoruz resimde bile,/gür bıyıklı celali, niçin isyan/etti üç yüz yıl/üç yüz kere/ ve niçin yükselmiş taş duvar/ sadece onlar için, yüzü resme/ düşmeyen/ bir halkın/keder günlüğüne" Behçet AYSAN
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) 2019 Aydınlanma Onur Ödülü verdiğimiz şair, yazar, çevirmen, yayıncı, insan haklarının yılmaz savunucusu, Köy Enstitülülerinin dostu, demokrasi ve aydınlanma tarihimizin çok değerli sosyalist aydını Muzaffer İlhan Erdost'u 25 Şubat 2020 tarihinde Ankara'da kaybettik. Muzaffer Abinin vefat haberini aldığımda 17 Nisan 2019 tarihinde İzmir'de YKKED-Aydınlanma Onur Ödülünü verdiğimiz günü düşündüm. İlerleyen yaşına rağmen ödül töreninde ülkenin yakın tarihine ilişkin gözlemlerini, değerlendirmelerini onurla sundu. Çok mutlu olmuştu. İzmir'deki tüm dostları yanındaydı. Akşam da hep birlikte bir restoranda günü kutlamıştık. Aydınlanma Onur Ödülü ona ve emeğine çok yakışmıştı. Dostları, vefatı sonrası basında, sosyal medyada onurlu yaşam öyküsü, sosyalist aydın kimliğine yönelik çok sayıda yazıyla onu uğurladılar.
12 Eylül faşizmi, Erdost kardeşleri yayımladığı "Doğanın Diyalektiği" adlı kitap nedeniyle gözaltına alır ve Onur Yayınları'nın sahibi İlhan Erdost bu karanlık günlerde Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülür. Muzaffer Erdost, adına kardeşi İlhan'ın adını da katarak o günden sonra İlhan'ı içine alan iki kişilik yaşam yolculuğuna çıkar adeta. Muzaffer İlhan Erdost'un bu tavrı 12 Eylül faşizmine ve işkencelere karşı bir direnişin adıydı ve aynı zamanda işkenceler, idamlar, gözaltılar, kitap toplamalar ve insan hakları ihlalleri ile tarihe geçen 12 Eylül'e karşı "devrimci" bir tavırdı. TYS Başkanı Hakkı Zariç, yaptığı açıklamada "Kalbimizin en kardeş yerinde ve İlhan adına da yaşatacağız onu" ifadeleriyle Muzaffer Abiyi selamlar. Zeynep Oral da "Muzaffer Erdost, İlhan Erdost. İkisi bir bütündü bizler için. İnsan hakları savunucusu iki nefer. Her türlü haksızlığa, baskıya, sömürüye direnen iki sosyalist" açıklamalarıyla Muzaffer İlhan Erdost'u uğurlar. Şair Behçet Aysan'ın kızı Eren Aysan da yazdığı yazıda "İki sözcüğü miras bırakıyor bize: Düşünce ve direnç" değerlendirmesini yaparken İlhan Erdost'un kızı Alaz Erdost da amcasını uğurladığı yazısında "Ben bir insanın babası kaç kere ölür bilemedim. Bizi kolsuz, kanatsız, babasız bırakıp gittiniz. Biz sizsiz, kimsesiz, ama bıraktığınız onurlu soyadıyla başımız dik. Nefes aldıkça bizimlesiniz" ifadesi ile amcasını selamlar.
18 Eylül 1931 Tokat Artova'da dünyaya gelen Muzaffer Erdost, liseye Sivas'ta başlar ve öğrenimini Çorum'da tamamlar. Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi'ni 1956 yılında tamamlar ve veterinerliği sadece askerde yapar. Erdost, üniversite öğrenimi sonunda, yaşam boyu yapacağı gazetecilik ve yayıncılığı seçer ve kitabevi işletir. 1965 yılında kurduğu Sol Yayınları'nı, Türk Ceza Yasası'nın 142. maddesine aykırı eylemde bulunmaktan hüküm giydiği 1971 yılına kadar yönetir. Erdost, "Sol Yayınları"nda sosyalizmin temel klasiklerini, Türkçe çevrilerini yayımlayarak, bu kitapların okurlarla ve özellikle gençlerle buluşmasını sağlamıştır. 68 kuşağının arkasında enstitülü öğretmenler ve köy gerçekliğini ortaya koyan kitaplar ile sol yayınlarından çıkan kitapların olduğu açıktır. Muzaffer İlhan Erdost, Cumhuriyet ve aydınlanma ikliminin eğitim ve kültür dünyasında kendini yaratır ve sosyalist aydınlanmanın kapısını açar. Erdost'un "Sosyalizmi Seviyorum" yazısı adeta kendini, kimliğini ve umutlarını aktardığı bir bildirgedir: "Sosyalizmi seviyorum!.. Güveler, kurtçuklar oymaya çalışsa da içini. Elveda diyenlere elveda. Onunla kendimi bildim, kendimi buldum, kendimi tanıdım, onunla bütünleştim, toplumsal geçmişimle ve geleceğimle, halkımla, tüm bir insanlıkla. Onunla kavradım özgürlüğü. Birey oldum, kişiliğimi buldum. Durduğum yeri bildim onunla. Yaratan değeri buldum, asalakları bildim, sıkan mengeneyi, ezen silindiri, hileyi, hilenin özünü. Ve bütünleştim tüm insanlıkla. Hiç bir şey alamaz bendeki onu. Hiçbir şey veremez bana onun verdiğini. Onunla özgürüm, onunla özgürlük kavgacısıyım, onunla insanım, onunla onurluyum. Seviyorum sosyalizmi."
Lise öğrenciliğinden günümüze edebiyatla, şiirle, sanatla yaşadığı, tanık olduğu dönemlerin toplumsal sorunlarını emek ve demokrasi penceresinden yorumlayarak yaşadığımız yıllara onurla aktarır. Önceki dönem CHP milletvekili Hüseyin Aygün, sol ve sosyalizmle tanışmamız bu iki kardeşin yüzü suyu hürmenitedir, ifadelerinin yer aldığı yazısında "Sol yayınlarını, Muzaffer Erdost'un işlettiği kitabevinden almak, alamadıklarımıza el sürmek yeterdi bize. Her okul çıkışı Cebeci'den Sakarya'ya yürümek, yeni çıkanlara bir göz atmak, ders çalışmaktan da rutin işlerdendi. Bu küçük, sıcak, iki üç odadan ibaret kitabevinde neler yoktu ki. Dağların kuytusunda, derindeki vadilerde ya da kuş uçmaz uçurumların başında kurulmuş köylerden, mezralardan kopup gelmiş biz garibanlar için tam bir aydınlanma eviydi ora" değerlendirmesini yaparken, Mustafa Balbay da yazısının başlığını "Muzaffer İlhan Erdost: Bir kütüphane kapandı !" olarak atıyordu.
Muzaffer İlhan Erdost, Köy Enstitüleri gerçeğini çok iyi anlayan, yorumlayan bir sosyalist aydındır. Erdost, Köy Enstitüleri sürecini "devrimci demokratikleşme" olarak tanımlar. Köy Enstitüleri bir kültür ve düşünce devrimiydi. Enstitülerdeki demokratik süreç ve sonrası enstitülü öğrencilerin ülkede yarattıkları farkındalık bu tespiti doğrulayan kanıtlardı. Erdost, 1960 öncesi Hasan-Ali Yücel ile Köy Enstitülerinin adını anmanın, karalanmanın tek başına neden olduğu bir dönemde "Pazar Postası" dergisinde birlikte olurlar. Erdost, "Çiftçiyi Topraklandırma Yasa Tasarısı ve Köy Enstitüleri"ni feodal sistemden demokratik sisteme geçişin simgeleri olarak değerlendirir ve her ikisinde 1946 sonrası yaşanan kırılmanın altını önemle çizer. Erdost, Osmanlı İmparatorluğu'nun teokratik ve feodal bir devlet olduğu saptamasını yaparak Cumhuriyet'in teokratik devlete karşı laik devleti, feodal devlete karşı demokratik devleti hedeflediğini ifade eder. Hasan-Âli Yücel için Türkiye'de emperyalist gericiliğin geleneksel gericilikle el ele vererek, demokratikleşme ve uluslaşma sürecini kırdıkları noktada, kendi siyasal partisi içinden, gericiliğin kabaran dalgaları içine atılmış olduğunu ve enstitü aydınlığını yok etmek için Yücel'in ve Tonguç'un karalandığını ifade eder. Erdost, "Köy Enstitülerinden yetişenlerin, geleneksel ve bürokratik kara kuşatmaya göğüs gererek, köylere götürdükleri ışık, zihinsel-bedensel-üretimsel eğitimle bütünleşen bir eğitim ışığı olduğu kadar, köylülüğü, geleneksel bağımlılıktan kurtaracak demokratikleşmenin ışığı oldu" diyerek enstitülü öğretmenlerin emeğini selamlar.
Muzaffer İlhan Erdost 24 Kasım 2009 tarihinde, İzmir'de, Talip Apaydın'a verilen 2009-YKKED Mustafa Necati Öğretmenlik Onur Ödülü töreninde bizimleydi. "Karanlık Yolların Aydınlık Yolcusu" başlıklı bir konuşmasında "Talip Apaydın, ortakçı, yani yarı serf bir babanın varisi olarak geleceğin yarı serfi olacakken, Cumhuriyet'in özgür bireyi olarak enstitülü urbasını giydiği zaman sınıfsal bir değişimden, devrimci bir dönüşümden geçiyordu" ifadeleriyle anlatırken enstitü gerçeğini de "Unutulmasın ki, tarih ve toplumsal tarih, ne bir kişinin tarihidir, ne de bir kuşağın. Toplumsal tarih, geçmişten geleceğe, yaşam deneyiminden bilgiye ve bilince, kuşaktan kuşağa akan, dört bir yandan kol açan büyük ve derin ırmaktır. Ulusal demokratik devrim ırmağımızın bir kolu da, Köy Enstitülerini tasarımda ve uygulamada yaratanlardır, Köy Enstitülerinin amacını, amaçlarında yaşama geçirmiş olanlardır" sözleriyle altını çizer.
Muzaffer İlhan Erdost, sosyalist bir aydın olarak yaşamı boyunca Köy Enstitülerinin yarattığı aydınlığı, Yücel'in ve Tonguç'un emeğini yazılarına taşımıştır. Yazılarında, gerçek bir inceleme, yorumlama, sağlam bir bilinç ve analiz vardır. Erdost bu yazısında İsmail Hakkı Tonguç'un, Anadolu'nun dört bir yöresinde, köylerde çektiği çocukların fotoğraflarına, onların giysilerine, duruşlarına bakarak enstitülere yönelik bir değerlendirmesini öne çıkarır. Köy çocuklarının kentlerde eğitim görmesi durumunda bu çocuklar, özgürce kendi kişiliklerini oluşturabilir miydi, geliştirebilir miydi? sorgulamasını yapar. Bu sorgulamayı sürdürerek "Bir Mahmut Makal köye döndüğünde Varlık dergisinde yazabilir miydi? İçerisinden geldiği köyünün sorunlarını algılayabilir, kavrayabilir miydi? Kısaca yazma ve yayımlama özgüvenini edinebilir miydi? Bozkırın ortasında, tüm köy çocuğu, birlikte toprak kazdılar, kerpiç döktüler, çatı çattılar, aynı zamanda okudular. Kentte bir öğretmen okulu öğrencisi olarak farklı bir yaşam biçimi, farklı bir algılayış, farklı bir duruş içerisinde, doğrudan ya da dolaylı etkileme ortamında bir seçim yapabilirlerdi, ama enstitüde böyle bir seçim yapmadılar. Kendi özgüven duygusuyla, kendi kimliklerini oluşturdular" yorumunu yapar. Erdost, bu değerlendirmesiyle enstitülerin niçin kent dışında özel olarak tasarlanmış enstitü yerleşkelerinde kurulduğunun önemini tartışır. Erdost, enstitü deneyimini "Okulun yaşama yaklaştırılması" şeklinde yorumlar ve enstitü tartışmalarına yeni bir boyut ve zenginlik katar. Bu değerlendirme hayatın gerçek problemleri üzerinde öğrenmeyi hedefleyen enstitü eğitiminin kısa ve yalın anlatımıdır adeta.
Bu yazıyı yazmadan önce taziye için aradığım Muzaffer Abinin yakın arkadaşı Vahap Erdoğdu, Erdost'un vefatından kısa bir zaman öncesi sohbetlerinde şimdiye değin Köy Enstitüleriyle ilgili yazdığı yazıları kitaplaştırmak ile ilgili kararını bana aktardı. Şimdi Muzaffer Abinin aziz hatırası adına ailesi ve dostlarıyla beraber bu kitabı yayına hazırlamak boynumuzun borcu olacak. Bir kuşağın "eşitlik, özgürlük, adalet" gibi evrensel değerlerle buluşmasını sağlayan bir yayıncılık ve yazarlık anlayışıyla "aydınlanma kültürünün" ülkemizde içselleştirilmesine emeğini, yıllarını, acılarını, sevinçlerini katan aydın, düşünür, Muzaffer İlhan Erdost ülkemiz ilericilerinin yüreklerinde hep onurla yaşayacaktır. Anısına saygıyla.