OKULLAR AÇILIRKEN EĞİTİME BİR BAKIŞ
Prof. Dr. Kemal Kocabaş
2019-2020 eğitim-öğretim yılı, 9 Eylül 2019 günü yaklaşık 1 milyon öğretmen ve 18 milyon öğrenci okula "Günaydın" diyerek başladı. Eylül ayı içerisinde de üniversiteler öğretime başlayacak. 9 Eylül sabahı, İzmir sokakları ve sosyal medya anneler, babalar, nineler, dedeler ve çocuklarla cıvıl cıvıldı.
Okul, geleceğe yönelik umudun, yaşamdaki yol haritasının adıdır. Geleceği aramanın, hayallerimizi, düşlerimizi gerçekleştirmenin yoludur. Neden, nasıl, niçin sorularını sorarak, sanatla, kültürle buluşarak kendimizi yeniden yarattığımız aydınlanma merkezidir. Eğitim ve okul, kişilerin hayatlarında yaptığı çok önemli dönüşümlerin yanında nitelikli okul ve nitelikli işlevsel eğitim küresel dünyada toplumların geleceğini de belirliyor. Evrensel, çağdaş eğitim; laik, demokratik ve bilimsel eğitimdir. Çocuğu keşfeden, çocuğun doğuştan getirdiği yetileri ortaya çıkaran, çocuğu özgür birey olma yolunda yapılandıran eğitimdir. Cumhuriyet Eğitim Devrimi, ortaçağı yaşayan bir toplumu eğitim yoluyla dönüştürmek adına çok değerli çalışmalara imza atmıştır. 1936 Eğitmen Kursları, 1940 Köy Enstitüleri; eğitimi bir "insan hakkı" olarak bakarak yoksul köy çocuklarının eğitim yoluyla hayatlarının değişiminin öyküsüdür. Köy Enstitüleri, bu anlamda aşılamayan bir Cumhuriyet projesidir ve hala günceldir. Okulların açıldığı bu hafta ülkenin eğitim sistemi yukarıda sıraladığımız gibi umudun, aydınlanmanın merkezi olabiliyor mu? Çocuklarımız büyük bir heyecanla okullarında kendilerini var edip ulusaldan evrensele dönüşebiliyorlar mı? Çocuklarımız okullarda resimle, müzikle, güzel sanatlarla, felsefeyle duyuşsal dünyalarını zenginleştirebiliyorlar mı? Okullarımızda fen laboratuvarları, zengin kütüphaneleri var mı? Bu ve benzer soruların yanıtlarını aramak güncel bir görev.
2019 TÜRKİYE VE VERİLER
OECD ülkelerinde ortalama eğitim süresi 12-14 yıl bandında, bizde ise 7.9 yıl. OECD ülkelerinde eğitime ayrılan kaynak yüzde 4-6 bandında bizde ise yüzde 2-3 bandında. Fark çok açık.
Türkiye, okul başına 855 öğrenciyle OECD ortalamasının üç katı öğrenci yoğunluğuna sahip. Özel okul sayısı toplam okul sayısını yüzde 25'ine ulaştı. Yani kamusal eğitim çökertiliyor. Devlet liselerinde okul başına düşen öğrenci sayısı 544 iken bu sayı özel okullarda 149 olarak karşımıza çıkıyor. Eğitim hakkını yok eden, adaletsizlik ve eşitsizlik üreten piyasalaşmanın hızla günümüzde yoğunlaştığını görüyoruz.
İmam Hatip okulları sayısı yüzde 18'e ve öğrenci sayısı 2017-2018 öğretim yılında yaklaşık 1 milyon 300 bine ulaştığı ifade ediliyor. Bu rasyonel ve ülkenin ihtiyacı olan bir durum olmadığı çok açıktır. Diğer okulları dışlayarak imam hatip okullarına her tür kaynak ve mekan sağlama, öğrencileri bu okullara yönlendirme çabası akıl dışıdır. Burada okuyan çocıuklarımızın ülkenin Endüstri 2.5'dan Endüstri 4.0'a geçme uğrasında katkılarının olmayacağı çok nettir. Ülke bu okullarla geleceğini kurmamalıdır.
4+4+4 eğitim sistemi ikinci dörtten sonra açık öğretime geçen öğrenci sayısının çokluğu nedeniyle fiilen işlerliğini yitirmiştir. Son 5 yılda açık öğretime giden öğrenci sayısı yüzde 65 artarak 1,5 milyonun üzerine çıkmıştır. Yapılan araştırmalar; açık öğretime yoksulların, kızların ve imam hatip dayatması nedeniyle okul tercihi yapmak isteyen öğrencilerin geçtiğini göstermektedir. Açık öğretime geçen öğrenciler bu nedenle 12 yıllık örgün eğitim dışına çıkmakta ve toplumsallaşma süreçlerinden yararlanamamaktadır.
Kapatılan köy okulları eğitim sisteminin en önemli problemlerindendir. 2013-2014 öğretim yılında taşınan ilkokul ve ortaokul öğrenci sayısı 825 bin 90 iken, 2018-2019 öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 1 milyon 324 bin 960'a yükselmiştir. Öğrencilerin kendi sosyal çevreleri dışında bir başka sosyal çevrede eğitim almaları, erken saatlerde yerleşim yerlerinden ayrılmaları ve trafik sorunları bu sistemin önemli problemleridir. Önerimiz atanamayan öğretmenlerle köy okullarının tekrar açılması ve öğrencilerin kendi sosyal çevrelerinde eğitim-öğretim yapma olanağının sağlanmasıdır.
Türkiye'nin nitelikli öğretmen yetiştirme sorunu çok açıktır. Öğretmen eğitimin en önemli öznesidir. Eğitim fakülteleri ülkenin özgün öğretmen yetiştirme modellerinden esinlenerek kendilerini yenileyemiyorlar. Eğitim fakültelerinde arz-talep dengesi üretilemiyor. Son on yılda eğitim fakültesi çıkışlı her 100 öğretmenden ancak 16'sı öğretmen olarak atanabilmiş. Yaklaşık 300-400 bin genç öğretmen atanmayı umut ederek bekliyor.
Okulların öğrenciler için en önemli olanakları spor salonları, çok amaçlı salonlar, labaratuvarlar ve kütüphaneleri olmalıdır. Bugün okullarımızın yüzde 87'sinde spor salonu, yüzde 62'sinde çok amaçlı salon ve yüzde 61'nde kütüphane olmadığını biliyoruz. Bu olanaklar nitelikli bir eğitim için temel gereksinmelerdir.
Bir çok önemli veri de Milli Eğitim Bakanlığının tarikat ve cemaatlarla işbirliği ve ortak projeler yapmasıdır. Cumhuriyetin akıl ve bilime dayalı laik, demokratik eğitim sistemi bu nedenle yerlerde sürünmekte, yok edilmektedir. Sayın Milli Eğitim Bakanı bu konuda inandırıcılığını kaybetmiştir.
Türkiye üniversiteleri, son 17 yılda özgürlüğünü ve özerkliğini kaybetmiştir. Bu dönem partili rektörler dönemi olmuş ve üniversiteler tüm motivasyonlarını, toplumsal öncülük rolünü giderek kaybetmektedir. Ayrıca ülkenin sosyal kapitali olan iyi yetişmiş öğretim üyelerinin darbe dönemlerinde olduğu gibi KHK ile üniversite dışında bırakılmaları üniversitelerin kan kaybını arttırmıştır. Dileriz ki Anayasa Mahkemesinin kararıyla üniversite dışında kalmış meslektaşlarımız görevlerine dönerler.
SONUÇ ve NE YAPMALI
Okulların açıldığı hafta Türkiye'de eğitim ile ilgili koşulların ve verilerin önemli bir kısmı yukarıdaki gibi. Bu koşulların ürettiği sonuçlara bakalım. PISA, ABİDE-216-2018, LGS ve YKS sonuçları eğitim sistemimizin niteliğini kaybettiğini açıkça gösteriyor. Örnek olarak "Yerli PISA" diye adlandırılan ABİDE sonuçlarını özetleyelim. Matematikte orta ve alt yeterlilik düzeyinde 8. sınıf öğrenci oranı yüzde 89, Türkçe'de yüzde 71, fende yüzde 85, sosyal bilgilerde ise yüzde 73'tür. İleri düzeydeki öğrenci oranları ise matematikte yüzde 3.1, Türkçe'de yüzde 6.4, fende yüzde 4.1 ve sosyal bilgilerde ise yüzde 10.3.Sonuç çok net ve ortada. Bu sonuçlar okuduğunu anlamayan, fen ve matematik okur yazarı olmayan öğrencilerin olduğu okullarımızın varlığını işaret ediyor. Bu böyle devam edemez, etmemelidir de.
Türkiye, ülkenin aydınlık geleceği adına bir şeyler yapmalıdır. Çağdaş bir toplum öngörüsüyle ve eğitimi bir insan hakkı olarak bakarak tüm eğitim bileşenlerinin katkısıyla eğitim reformu çalışmalarını gündemine almalıdır. Kamusal nitelikli eğitimi öne çıkararak ülkenin tüm çocuklarına nitelikli eğitim olanaklarını sağlamalıdır. Eğitime ayrılan kaynağı yüzde 4 bandına çıkararak tüm alt yapı problemlerini çözmeli, eğitimde liyakatı ve evrensel laik, demokratik bilimsel eğitimi temel almalıdır. Okullarımızı çocuklarımız için tıpkı Köy Enstitüleri gibi eğitim cennetine dönüştürmelidir. Dünyada ilk on ekonomiye girmek için bilim ve teknoloji ağırlıklı bir bakışla eğitim ve üniversiteler tekrar yapılandırılmalıdır.
Öğrencilerimize ve öğretmen dostlarımıza başarılı bir öğretim yılı diliyorum.