Sabahın erken saatlerinde telefonum çaldı, baktım; Isparta-Gönen İlköğretmen Okulu'ndan ağabeyimiz olan, emekli öğretmen 'Nail Oral' idi... Benim "10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günümü" kutlamak için aramış, sağolsun!.. Ardından sevgili dostum Mustafa Acar, böyle günlerimizi hiçbir zaman unutmayan 'DEMEÇ Gazetesi' patronumuz Ferit Topaloğlu, köyümüzden can kardeşlerim Nazmi Güneş ve Mustafa Gök arayıp, günümü kutladılar...
Daha sonra telefonuma gelen mesajlara baktım; adaylarımızdan Fevzi Topuz, Muhammet Tokat, Süleyman Girgin, Burak Erbay aramışlar... Bu yazı da tam o saatlerde yazıldığı için daha sonra arayan veya arayacak olan dostlarımızı şimdilik yazamıyorum, keşke onlar da biraz erkenden arasalardı, kusura bakmasınlar...
Efendim; "Çalışan Gazeteciler Günü" ilk defa ülkemizde, 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi sonrası demokrasiye geçildiği günlerde, '10 Ocak 1961' tarihinde, zamanın iktidarının ve patronların baskısından kurtulup, kendi haklarını arayabilecek bir ortam bulan zamanın gazeteci büyüklerimiz tarafından kutlanmaya başlanmıştı, tam 63 yıldır da bu kutlanmalar devam ediyor!.. Peki, laik ve bir hukuk devleti olan ülkemizdeki Gazeteciler, gerçekten hür ve bağımsız şekilde haberler yapıp da, demokrasi yönünden gelişmiş ülke gazetecileri gibi rahat ve özgür şekilde çalışabiliyorlar mı!? İşte esas araştırılması gereken soru budur!..
Artık 'Gazeteciler' eğitimli bir şekilde kendi okullarından yetişiyorlar, eskiden olduğu gibi 'Alaylı' diyebileceğimiz meslektaşlarımız artık çok az sayıda kaldılar!.. Ama onlar da yeteri kadar iş bulup, gazete bulup da çalışamıyor, kendi mesleklerini icra edemiyorlar, çünkü ülkemizin ekonomik koşullarında yayın yapan 'Yerel ve Ulusal Gazete' sayısı yok denilecek kadar azaldı, çünkü günlük giderlerini, gazete gelirleri asla karşılayamıyor!..
Durum böyle olunca, dün Eskişehir'den can sıkıcı bir haber geldi: İktidar Partisinden Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı gösterilen varlıklı bir arkadaş çıkıp; "Belediye bütçesinden, Yerelde İlimizde Görev Yapan Gazetecilere, şayet seçildiğim taktirde asgari ücretten bir ödeme de ben yapacağım, maddi durumlarını düzelteceğim!" diyesiymiş!? Yani, aslında demek istemiş ki; "Siz benim seçilmeme yardımcı olun, ben de size emeğinizin karşılığı olarak (ya da Rüşvet olarak) asgari ücretten belediye bütçesinden ödül gibi bir şey vereyim!.." Bunun anlamı aynen budur, nasılsa vereceği kendi parası mı!? Halkın Belediyeye verdiği paralardan yandaş gazeteci tavlayacak, 'Çayın Taşı ile Çayın Kuşunu Avlayacak' bu arkadaşımız, ne kadar da bonkörce sözler sarf etmiş, değil mi? İşte bizler böyle bir ortamda görev yapıyoruz arkadaşlar, biraz siz de anlayınız gari...
Yahu, ben bugün aslında ülkenin her yerinin salıncak gibi sallanmasına sebep olan Depremler ve Hastanelerimizi yine ağzına kadar yeni versiyon-yeni tip hastalarla dolduran 'Salgın Halindeki' hastalıktan bahsedecektim, bakın neler anlatıyorum!.. Sizleri bilemem, ama ben artık çarşı-pazar kalabalıklarına girmiyorum, kahvehanelere girip de, topluluklarla saatlerce oturmuyorum, ortalık düzelene kadar da 'Bireysel Bir Hayat' yaşamaya çalışıyorum, siz de öyle yapınız!.. Çocuklarımın hepsi şu ortalıktaki salgın hastalıktan birer hafta yattılar, yaşları benden genç olduğu için çabuk ayağa kalktılar!.. Ya ben 73 yaşındaki ihtiyar dallama bu illete bir yakalanırsam eğer, kaç haftada ayağa kalkarım, artık onu sadece Yüce Allah bilir!?
Neyse... Nerede kalmıştık? Çalışan Gazeteci arkadaşlarımın hepsinin günlerini kutlar, kendilerine onurlu ve saygın görev ortamları temenni ederim!.. Yazımızı da, Orhan Veli'nin 1938'de yazdığı; 'Ali Rıza İle Ahmed'in Hikâyesi' şiiriyle bitirelim:
"Ne tuhaftır Ali Rıza ile/ Ahmed'in hikâyesi;/ Birisi köyde oturur/ Birisi şehirde/ Ve her sabah/ Şehirdeki köye gider/ Köydeki de şehire!.." Sakin KOŞAR...