Ne zaman Mine Arasan'la karşılaşsam Frederich Schiller'in o ünlü "Die Ode an die Freude" "Sevinç Türküsü" şiirinin dizelerini anımsarım:
"Wem der große Wurf gelungen,
Eines Freundes Freund zu sein,
Wer ein holdes Weib errungen,
Mische seinen Jubel ein!
Ja - wer auch nur eine Seele
Sein nennt auf dem Erdenrund!
"Kim ermişse yüce mutluluğuna
Bir dost ile dost olmanın,
Kim kazanmışsa yüreğini bir soylu kadının,
Evet, kim bu yeryüzünde,
Bir cana canım diyebilmişse,
Gelsin katılsın sevincimize!"
Mine, sonsuz bir sevinç şarkısıdır. Onun kalp atışları sevince ayarlıdır. Onunla dost olmanın mutluluğuna erip de o sevincin kendi kalbine bulaştığını hissetmeyenin olduğunu sanmam.
Hani bazı insanlar vardır. Yolda gördükleri çocukları sevindirmek için cepleri çerez dolu dolaşırlar. Mine de onlardan biridir. Ancak onun cepleri çerez değil; sevgi doludur. Çünkü onun, işi gücü sevgi dağıtmaktır.
Onunla ne zaman koyu bir söyleşiye dalsam beynimin içinde Beethoeven'in 9. Senfonisinin notalarının dolaştığını hissederim.
Si si do re re do si la.
Kardeş olun ey insanlar.
Kim bilir kaç kez düşünmüşümdür? "Si" Hindu ya / ya da Budist öğretisinde bizi entelektüel varlığımızı içsel benliğimize bağlayan tepe çakranın notasıdır. Üstelik çakranın rengi de mordur.
Mine de mordur. Hem de morun bin bir tonu; bin bir tınısıdır.
O, ister gravür çalışsın, ister yağlıboya, ister akrilik, ister guaj. İsterse karakalem desen çizsin; onun atları erguvan, balıkları nilüfer, kuşları ebruli bulut, çocukları boncuk gözlü mine; kadınları, kesinlikle "Likya moru"dur.
Eminim, kimleri bu "Likya moru" da ne ola, diyecektir.
Bakmayın şimdilerde mor rengin yaygın kullanımına. Doğadan mor renkli boya elde etmek 18. Yüzyıla dek pek zordu. Morun en hası da mureks adı verilen deniz salyangozlarından elde edilirdi. Bu işin mucidi Fenikeliler bulduğu için ona birçokları Sur moru diyor. Oysa Roma senatörlerinin tören giysileri, aristokratların statüsünü belirleyen giysilerinde kullanılan o, hiç solmayan, güneş gördükçe parlayan mor Likya'da / Andriake boyahanelerinde elde edilirdi.
Mine'nin resimleri yerlidir. Hele hele minyatür esintileri de hissettiğimde onun kadınlarında gördüğüm mora, Sur moru yerine Likya moru demem bundandır.
Kaldı ki o mor, salt antik çağ soylularının değil; Toros yörük kadınlarının çeyiz sandıklarındaki başkaldırı ve direnme simgesi cepkenin de rengidir. Mine de her koşulda hayata tutunma ustası bir kadındır. Resimlerindeki dinamizm, seçtiği renklerdeki akışkanlık, onun hayata tutunma biçiminin tuvale yansımış halinden başka bir şey değildir.
Güz ucunda Karya dağlarında açan mor benekli bir çiğdem vardır. Bütün yaz, bir damla yağmur düşmemiş olsa bile o bir sabah gazeller arasından başını uzatıp morca gülümser size. Kavurucu sıcaklar bitti dersiniz. Kapınızı çalan Karya'nın güneşli yağmurlar mevsimidir. Bu nedenle ben;
"Güz ucunda
Çalı dibinde
Gülümse morca
İçin dışın sevinç
Ah nasıl bilmem
Sabır senin dil evinde."
derken, bazen morcaları anlatırım, bazen de bu coğrafyanın Mine Arasan'larını.