Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre ölüm; "Bir insan, bir hayvan veya bir bitkide hayatın sona ermesi, ahiret yolculuğu, emrihak, irtihal, memat, mevt, vefat" demektir. Yani, ebediyen bu dünyayı terk-i diyar etmek, bir daha gelmemek üzere toprak altına girmek, fîzîken-ruhen-kimyasal olarak yok olmaktır!..
Ölüm korkusu insandan insana değişiklik gösterir; kimi az, kimi çok, kimi de inanmak istemediği için bu hayat gerçeğini gırgıra alır!.. Kiminde dini inanış ve bunun baskısı hâd safhada olup, elinde-avcunda neyi var neyi yoksa 'Hayır' işlerine harcayıp, ileride Cennet'e gitmeyi hayal ederler? Kimisi 'Günah' korkusundan çok iyi insan olarak görünmeye çalışır!.. Kimisi de ölüm sonrası yaşama inanmaz, tıpkı hayvanlar ve bitkiler gibi toprağa karışıp, sadece 'Gübre' olacaklarını düşünürler?
Ölüm sonrası birçok insan topluluklarında âdet ve gelenekler de farklıdır: Kızılderili yerlileri, ölülerini yüksekçe bir çardak yapıp, bunun üzerine cesedi uzatırlar, kurt-kuş etlerini yiyip de kemikleri kalınca, bunu gider gömerler. Kimileri (Hindistan gibi) ölülerini yakar, küllerini kutsal nehir veya denizlere atarlar. Kimileri kat kat mezarlar yaparak, yer kaybını önlerler. Biz Müslümanlar ise, en az bir metre derinliğinde, kefenlenen ölünün boyu uzunluğunda mezarlar kazıp, yan konular tahtalar altına cesedi koyup, üzerini de yığma toprakla kapatır, bir de başına kimliği yazılarak 'Mezar Taşları' konulur. Hangimizin daha doğru yaptığı tartışılır ama, burada Bilimsel değil, Dini gelenekler hep öne çıkarlar.
Neyse. Bizim ülkemizde şiirlerinde 'Ölümü' en çok işleyen şairimiz, Cahit Sıtkı Tarancı'dır!.. Diyarbakır doğumlu ve henüz 46 yaşındayken toprağa verdiğimiz Tarancı, en çok "Otuz Beş Yaş" şiiriyle tanınır!.. Tüm şiirlerinin % 80'inde ölümden bahseder!.. İşte bunlardan bazıları:
---"Yaş otuz beş, yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün/ Delikanlı çağımızdaki cevher/ Yalvarmak-yakarmak nafile bugün/ Gözünün yaşına bakmadan gider!../// N'eylersin, ölüm herkesin başında/ Uyudun da, uyanamadın olacak/ Kim bilir nerde, kaç yaşında/ Bir namazlık saltanatın olacak/ Taht misali, o musalla taşında!.."
---"Dün güzel bir kadın geçti/ Kabrimin yakınından/ Doya doya seyrettim/ Gün hazinesi bacaklarını/ Gecemi altüst eden/ Söylesem inanmazsınız/ Kalkıp verecek oldum/ Düşürünce mendilini/ Öldüğümü unutmuşum."
---"Durma, çal evinin kapısını/ Taş düşebilir komşu duvardan/ 'Ben geliyorum' demez ki ölüm/ Kaza-belâ adım başındadır/ Kişi evde gerek akşamları/ Ölürse, helâlleşerek ölür!.."
---"Kabrime çiçek getirenlere gülerim/ Gafil kişilermiş şu insanlar vesselâm/ Bilmezler ki bu kabirle yoktur alâkam/ Ben o çiçeklerdeyim, ben bu çiçeklerim!.."
--"Kapımı çalıp durma ölüm/ Açmam!../ Ben ölecek adam değilim!..// Yanımdan geçenler olmalı/ Selâm almalıyım/ Robenson'u düşünmeliyim/ Garipliğini/ Şükretmeliyim insanlar arasında olduğuma/ Nedir ki eninde-sonunda ölüm/ Ayrı düşmek değil mi âşinalardan/ Kapımı çalıp durma ölüm/ Açmam!../ Ben ölecek adam değilim!.."
Son günlerde bir bahaneyle, genç-koca demeden ölenler çoğalınca, bizim Abidin de ölümden çok korktuğunu söylemişti!.. Eve varınca biraz kitaplarımı, biraz da arşivimi karıştırınca, sonuçta işte bu yazı ortaya çıktı!.. Yine düşündüm de, tıpkı bizim deli Orhan Veli gibi; "Ölüm Allah'ın emri/ Şu ayrılık olmasaydı" deyiverdim. Sakin KOŞAR.