TESADÜFEN DUYUP, OKUYUP, UNUTAMADIKLARIMIZ !?
Temmuz ayının en sıcak günlerinde diş tedavim için Aydın'a gitmiştim. Bazılarınız hemen diyecekler ki; "O sıcaklarda gidecek başka bir yer bulamadın mı emekli dallama, ha Cehenneme girip gezmişsin, ha Temmuz ayında Aydın sokaklarında!.. Sana hiç akıl-fikir veren olmadı mı be kardeşim!?" Sormayın artık, bir daha tövbe o günlerde oralara gitmem, maymun gözünü açtı ama, elden ne gelirdi ki?..
Haa, bir de şu sıcak günlerde 'Ayılar ve Yılanlar' da azmış vaziyetteler!.. Ne zaman, nerede karşınıza çıkacakları bilinmez!.. En son 10 Temmuz) günü Erzurum'da bir Beyaz Ayı çobanı öldürdü. Örneğin Hindistan'da sellerle birlikte gelen Dev Yılanlar ve Timsahlar, yerleşim yerlerinde tehlike saçmaya başlamışlar, bizde de olabilir, haberiniz ola!? Otluk, taşlık alanlarla, metruk binalardan uzak durunuz, oraları pek severler!..
Neyse, tedaviden çıkıp Şehir Garajına gidecek Belediye Araçlarını ararken, Menderes Bulvarı'nda ağaçlıklı bahçesi olan, tepeden su da püskürten bir parka sığındım!.. İğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Masalar arasında gezerken boş bir sandalye bulup çöktüm, hemen soğuk su söyledim!.. Arkamdaki çok yakın masada üç genç oturuyor, biri de Güneydoğu şivesiyle anlatıyordu: "Benim çocukluğumda dedem Halo Ağa, kurban bayramlarında birer erkek deve keser, Aşirete ve marabalara dağıtırdı!.." Yanındaki genç; "Deve mi, deve eti yenir mi? Yahu koca devenin eti kaç kilo gelir, sizin çok düşmanlı bir Aşiret olduğunuzu sen söylemiştin, o zaman orada kaç aile vardı?" diye sordu.
O sıcakta bunalırken, bu ilginç sohbet benim de dikkatimi çekti, kulaklarımı dikip, dinledim!.. Genç anlatıyordu: "Düşmanlarımız çoktu ama, bizim Aşiret de kalabalıktı!.. Yoksa bizi yaşatırlar mıydı oralarda? Yıllar sonra 12 çocuğu olan babam bizi buralara getirdi. Ama şimdilerde bırakın deveyi de, bir koç kesmeye bile gücümüz yetmiyor!.. Oradaki bolluğu çırayla arıyoruz, çırayla!.."
Yan tarafımda da iki olgun kadın sohbet ediyorlardı. Biri dedi ki; "Bizim evliliğin sonu iyi olmayacak galiba kardeş, benim kocam Konyalı, ben Aydınlıyım!.. Şimdi ikimizin de emekliliği yaklaşınca, 'illâ Konya'dan ev alıp, oraya yerleşeceğiz' diye tutturdu!.. Tutturdu, halbuki biz evlenirken ailemize yalvarmış, ben nereyi istersem oraya gideceğimize söz vermişti, şimdi ben iki çocuktan sonra boşanmayı bile düşünüyorum, ben Konya'da nasıl yaşarım?" diye dert yanarken, yanındaki arkadaşı sordu; "Peki şimdi ne yapacaksınız?" dedi. Dertli kadın bu sefer de; "Geçenlerde ne yaptı biliyor musun; bir Türkiye haritası ile cetvel getirdi, Konya ile Aydın arasının tam ortasına gelecek yeri gösterip bana; 'ya Afyon'a veya Burdur'a taşınacağız, İllerimizin ortası buraları gösteriyor' demez mi? Şimdi aklıma gelince tüylerim yine diken diken oldu!.. Galiba boşanacağız, bu adamla sonumuz yok bizim kardeş!" dedi.
Bir yerde deve kurban edenlerin muhabbeti, diğer tarafta yine son yılların modalarından 'Boşanma' muhabbeti ile benim tansiyonum yükselmeye başlamıştı, hesabı ödeyip hızla kalktım, doğruca Yatağan'a, serin evime kapağı attım da kurtuldum!..
İyisi mi, ben size önceden duyduğum birkaç fıkra ile yazıma devam edeyim:
---Nasrettin Hocaya biri sorar; "Hocam, zeytin dalını Nuh'un Gemisine getiren güvercin dişi miydi, erkek miydi?" Hoca, bu münasebetsiz soruya kızarak cevap verir; "Yahu bu güvercin eğer dişi olaydı, bu kadar uzunca uçtuğu yolda ağzını kapalı tutamaz, mutlaka bir şeye cevap yetiştireyim derken, ağzındaki zeytin dalını düşürürdü; bence o güvercin erkek bir kuştu!?" diye cevap verir.
---Bir akıl hastanesine röportaj için giden ünlü bir bayan gazeteci, Başhekimle konuşurken kendisine ters ters bakan bir kadın gördü, merakla doktora sordu: "Şu bize dik dik bakan kadın çok tehlikeli bir hastanız olmalı?" deyince doktor; "Evet, oldukça tehlikelidir!" der! Bayan gazeteci; "Peki, onu neden koğuşlara kapamadınız?" diye sorar? Doktor boynunu büküp; "Onu koğuşa kapayamam, çünkü kendisi benim 29 yıllık eşim olur!" der.
Şükürler olsun, bugün de sayfayı tamamladık, hadi bana eyvallah!.. Sakin KOŞAR.