BANA BİR MASAL ANLAT


Datça'da rüzgâr esmez; anlatır.

Her esişinde bir hikâye sürükler ardında, yarım kalmış bir dua gibi.

Bazen Knidos'tan kopup gelir, bazen zeytin ağaçlarının köklerinde oyalanır, bazen de denize eğilip kendi sesini dinler.

Derler ki bir zamanlar Datça'nın rüzgârı masal getirirdi yanında.

Ege'den, Akdeniz'den, adalardan.

Knidos'ta bir heykel vardı vaktiyle.

Güzelliğiyle değil, bakışıyla ünlüydü.

Denize dönük durur, hiçbir gemiyi çağırmazdı.

Sadece gidenleri izlerdi.

Bir gün heykelin gözlerinden biri çatladı.

O günden sonra Datça'da hiçbir ayrılık sessiz yaşanmadı.

Balıkçılar anlatır.

Eğer sabah ağlarını çekerken rüzgâr aniden kesilirse, biri geçmişini denize bırakmıştır.

Eğer rüzgâr birden yön değiştirirse, bir çocuk büyümüştür.

Eğer gece yarısı evlerin bacasından içeri girerse, bir ölü hâlâ bu topraklarda dolaşıyordur.

Datça'da taşlar konuşur ama insanlara değil.

Birbirlerine fısıldarlar.

"Bu topraklardan kim geçti, kim direndi, kim sustu?" diye.

O yüzden burada suskunluk ağırdır, konuşmak hafiflik ister.

Bir söylence dolanır yaşlıların dillerinde.

Zamanında buraya bir adam gelmiş.

Ne sürgünmüş ne gezgin.

Sadece kalmak istemiş.

Deniz ona yer açmış, rüzgâr alışmış, taşlar susmuş.

Ama insan kalmak isterse, önce unutmayı öğrenmelidir.

Adam bunu başaramamış.

Bir gece rüzgâr onu alıp denizin ortasına bırakmış.

Ertesi sabah sadece ayak izleri kalmış sahilde.

Deniz onları da silmiş.

Şimdi Datça'da her şey yerli yerinde gibi görünür.

Ama dikkatli bakarsan anlarsın.

Bu bir denge değil, bir ateşkestir.

Zeytin ağaçları hâlâ ayakta çünkü kökleri yalnız toprağa değil, zamana da tutunur.

Deniz hâlâ berrak çünkü her sırrı almaz, bazılarını geri kusar.

Rüzgâr hâlâ anlatır çünkü kimse onu susturamaz.

Datça bir kasabadan çok bir sınavdır.

Kim gerçekten kalabilir, kim yalnızca geçer, onu ayırır.

Ve eğer bir gün burada yürürken rüzgâr ansızın adını fısıldarsa, korkma.

Bu, seni çağırdığı anlamına gelmez.

Sadece seni gördüğünü haber verir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI