BİZİ KİM GÖZETLİYOR?

Mısır'da o gün arkeologlar çok yoğun çalışmış, çöl fırtınasından işe ara vermişlerdi.

Ama fırtına dinince,  siyah bir granitin üstünde gökyüzü kadar eski kazınmış bir simge çıktı ortaya.

Kanatlı Güneş Diski.

Ne sadece bir güneşti, ne yalnızca bir kuş.

Antik Mısırlılar "Ben Ben Taşı" diyorlardı buna. Piramitlerin en üstüne konulan taştı.

İnsanlığın "yukarıyla" kurduğu en eski anlaşmanın mühürüydü belki. Belki de yukardakilerin insana bir uyarısı.

"Ben buradayım, sizi gözlüyorum."

İlk kez Sümer'de, bugünkü Irak topraklarında doğdu bu sembol.

Uzak ufuklardan yükselen bir tanrının işaretiydi o: Utu.

Utu, güneşin efendisi, adaletin gözcüsüydü.

Her sabah doğar, karanlığın sakladığı yalanları aydınlatırdı.

Sümer rahipleri, "Utu'nun gözü her şeyi görür" derdi.

Yüzyıllar geçti. Utu'nun ışığı Akad krallarının miğferlerine vurdu.

Ve bir gün kral Naram-Sin, zafer steline baktı.

Orada, gökyüzünden kendisine ışık saçan bir kanatlı disk gördü.

Kendini tanrının değil, tanrıların yerine koydu.

Tarihte ilk kez bir insan, "ben de tanrıyım" diyebilme cesaretini o sembolün altına kazıdı.

Belki de kanatlı disk, o günden sonra yüceliğin değil, hırsın simgesine dönüştü.

Sonra Babil geldi. Diskin merkezine Marduk yerleşti,  evrenin düzenini temsil eden tanrı.

Artık sembol, göksel adaletin değil, dünyevi otoritenin armasıydı.

Kralların saray duvarlarına, rahiplerin mühürlerine kazındı.

Işığın anlamı değişti: Tanrının değil, iktidarın gözü oldu.

Ve Asur çağında sembol yeniden şekil aldı.

Bu kez kanatlı diskin içinde bir insan yüzü belirdi; Aşşur.

Savaşın ve krallığın tanrısıydı.

Elinde bir yay tutar, kralların üstünde süzülürdü.

Asur kabartmalarında hep aynı sahne vardı.

Kral, tanrıya bakmaz; tanrı, kralı izler.

Gökyüzü artık ilham değil, denetimdi.

Yüzyıllar sonra Perslerin taşlarında yeniden doğdu bu o disk.

Bu kez adı Faravahar idi.

Zerdüşt'ün inancında artık bir tanrıyı değil, insanın özünü simgeliyordu.

Kanatlar, ruhun yükselişini,  merkezdeki halka, doğumla ölüm arasındaki döngüyü, altındaki kıvrımlar ise, insanın iyi düşünce, iyi söz, iyi eylem üçlemini hatırlatıyordu.

Tanrılar gökten çekilmişti, insan, kendi içindeki ışığı arıyordu artık.

Ama aynı çağlarda, Nil'in kıyılarında başka bir göz açıldı.

Ra'nın Gözü.

Mısır'ın güneş tanrısı Ra, her sabah doğar, her gece yeraltı dünyasında yolculuk ederdi.

Onun gözü, hem ışığın hem bilincin sembolüydü.

Ra, dünyayı o gözle izler,  düzeni bozanı cezalandırır, doğruyu korurdu.

Sümer'in Utu'su nasıl "adaletin gözü" idiyse,

Ra'nın Gözü de "ışığın vicdanı"ydı.

Efsaneler der ki, Ra'nın gözü bazen tanrıdan ayrılıp kendi yoluna giderdi.

İnsanların içindeki karanlığı görmek isterdi.

Ve geri döndüğünde tanrı yeniden bütünleşirdi.

Sanki evrenin dengesi, gözün gördüğü kadar ayakta kalabiliyordu.

Bu sembol sadece Mezopotamya'da kalmadı.

Binlerce yıl ve okyanuslar ötesinde, Latin Amerika'nın taş tapınaklarında da benzer simgeler doğdu.

Mayalar'ın Kinich Ahau adlı Güneş Tanrısı, Tolteklerin Quetzalcoatl'ı,  tıpkı Utu gibi gökten inen, kanatlı ışık varlıklarıydı.

And Dağları'nın doruklarında, Inti adlı İnka Güneş Tanrısı'nın yüzü aynı biçimde daire içine alınırdı.

Kimi kabartmalarda kanatlar, kimi yerde ışınlar olarak işlenmişti.

Farklı coğrafyalar, aynı sembolü çizmişti.

Kanatlı Disk ve herşeyi gören göz

Utu'dan Quetzalcoatl'a, Ra'dan Faravahar'a uzanan bu çizgi, sanki insanlığın ortak rüyasıydı.

Göğe sahip olma arzusu.

Asırlar geçti, 1776'da, Amerika Birleşik Devletleri yeni doğarken, kurucular bir mühür tasarladı.

Bir piramit ve onun üzerinde parlayan bir üçgen içindeki göz.

Latince "Annuit Coeptis" yazıldı, "Yaptığımız girişimi Tanrı onayladı." demekti.

Altında ise "Novus Ordo Seclorum" ifadesi yer aldı: "Yeni bir çağın düzeni."

Bu, artık bir tanrının değil, bir emperyalizmin gözüydü.

Yüzyıllar önceki Ra'nın, Utu'nun, Aşşur'un gözleri artık Amerikan dolarının üzerine geçmişti.

Bir devletin parası, kadim bir mitin devamına dönüşmüştü.

Denetimin ve gücün bakışı.

Tanrının gözü mü, devletin gözü mü?

Utu'nun adaleti mi, Marduk'un iktidarı mı?

Yoksa doların egemenliği mi?

Amerikan başkanlarının kendilerini savaşın ve krallığın tanrısı görmesi boşuna olmamalı.

Ama bizim asıl sormamız gereken şu değil mi.

"Bizi kim gözetliyor?"

YAZARIN DİĞER YAZILARI