MADE İN KALİFORNİYA MI? MADE İN DATÇA MI?


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika seyahati öncesi sessiz bir karara imza attı. Daha çok kazansınlar diye ABD menşeli bazı tarım ürünlerinden alınan ek vergiler kaldırıldı.

Listede dikkat çeken iki ürün var; ceviz ve badem.

Kağıt üzerinde bu, küçük bir "gümrük düzenlemesi" gibi görünüyor ama gerçekte, Datça'nın kalbine saplanmış ince bir iğne.

Çünkü o listede, taşla, güneşle, rüzgarla yoğrulmuş Datça bademi de var.

Bu önemli konu, son meclis toplantısında Kent Konseyi'nden Sara Pekdinçer tarafından gündeme getirildi.

"Bu kararın Datça ekonomisine etkisi olumsuz olacak. Yerli üretici mutlaka korunmalı."

Bu uyarı yetkililer tarafından dikkate alındı mı, bilmiyorum.

Ama sessiz kaldıklarını gördüm. Çünkü tek kelime etmediler.

Oysa konuyu açmak gerekiyor.

Datça'da yaklaşık 500 bin badem ağacı var.

Ülke üretiminin yaklaşık %15'ini karşılayan bir potansiyel.

Üstelik coğrafi işaretli "Nurlu Badem" markasıyla.

Bu ağaçlar bir kültürün, emeğin, kokunun, dayanıklılığın sembolü.

Ama şimdi, okyanus ötesinden gelen ucuz, sübvansiyonlu Amerikan bademleriyle yarışmak zorundalar.

Amerikan bademi dev tarım şirketlerinin ürünü. Tonlarca konteynerle geliyor.

Bizim üreticimiz ise kendi tarlasına, kendi suyuna, kendi emeğine yaslanıyor.

Mazotu pahalı, gübresi ithal, işçiliği zor.

Kısacası bu "ticaret kararı", eşit olmayan bir rekabetin kapısını aralıyor.

Bu kararın etkisi sadece fiyatlarda değil, Datça'nın ekonomik dokusunda, sosyal kimliğinde, kırsal yaşamında hissedilecek.

Bir üretici bahçesini terk ettiğinde, sadece gelirini değil, bir geleneği, bir kokuyu, bir manzarayı da kaybederiz.

Datça bademi bir kimliktir, bir coğrafyadır, bir hikayedir.

Bu yüzden yerel yönetimin sessiz kalma lüksü yok

Belediyeler "ithalat politikası" yapamaz ama yerli üreticiyi ayakta tutacak mikro politikalar geliştirebilir.

Her hafta Halk TV'deki Görkemli Hatıralar programında görüyoruz.

Türkiye'nin dört bir yanında belediyeler, yerel ürünlerini halka ulaştıran sanal mağazalar kuruyor.

Kooperatifleşmeye destek veriyor, alım garantisi, paketleme ve marka desteği sağlıyor.

Kendi sosyal tesislerinde önceliği yerel ürüne tanıyor.

Her izlediğimde hayıflanıyorum.

Neden Datça'nın yok?

Vizyonsuzluk mu, vurdumduymazlık mı?

İç Anadolu'da küçük bir ilçe belediyesinin bile var, bizim yok.

Gerçekten neden?

Üstelik, Datça bademi sadece bir tarım ürünü değil, bir turizm elçisi.

Badem Çiçeği Festivali, gastronomi rotalarıyla yeniden canlandırılabilir.

Üreticilere budama, gübreleme ve badem bitiyle mücadele için teknik destek sağlanabilir.

Badem sütü, badem yağı, badem ezmesi gibi işlenmiş ürünlerde küçük üreticiye mikro işletme desteği verilebilir. Kozmetik ürünler piyasaya sürülebilir.

Böylece Datça bademi sadece "satılan kabuklu" olmaktan çıkar, işlenmiş marka ürün haline gelir.

Bu topraklarda badem çiçekleri baharı getirir.

Eğer üretici pes ederse, geriye sadece rüzgarla savrulan bir sessizlik kalır.

Ayrıca bu hikaye yeni değil. Antik Çağ yazarları, Datça'nın da içinde yer aldığı Karia topraklarını, "erken çiçek açan meyvelerin ülkesi" diye anardı.

Plinius, Naturalis Historia'da bademin özellikle Karia'da bolca yetiştiğini yazar.

Theophrastos ise "badem, taşlı ve kurak toprakta bile kök salar" der,  sanki bugünün Datça'sını tarif eder gibi.

Hatta Knidos kazılarında bulunan yanmış badem çekirdekleri, bu ağacın burada en az iki bin yıldır yaşadığını gösteriyor.

Yani Datça bademi sadece bir tarım ürünü değil; antik Knidos'tan bugüne uzanan bir kök, bir hafıza.

O kökler kurursa, bir uygarlığın mirasını da kaybederiz.

Tamam, karar Ankara'da alındı ama sonuç Datça'da yaşanacak.

Şimdi sıra Datça'da,  üreticisini koruyacak, kimliğini savunacak bir iradede.

15 yıl önce İzmir'de NATO'da görev yapan bir yakınım, Datça'ya yerleşeceğimi duyunca gülümseyerek şunu söylemişti.

"Amerika'da Beyaz Saray'ın bademi Datça'dan gider. Amerikan başkanları Nurlu Badem yer."

Başka söze gerek var mı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI