Knidos'ta sabah erken doğardı.
Güneş, Afrodit Tapınağı'nın mermer basamaklarına vurduğunda, deniz sanki altından bir örtü sererdi yarımadaya.
İşte o sabah, o altın örtünün altında bir kadın yürüyordu; Thaleia.
Adımlarında ne acele vardı ne durgunluk.
Savaşın haberini aldığı günden beri içi bir çöldü zaten.
Genç denizci kocası Nikomachos'un öldüğünü söylemişlerdi.
Düşman gemileriyle çarpışmada battığı, dalgaların onu yuttuğu söylenmişti.
Thaleia günlerce ağlamış, sonra ağlamanın da bittiği yere ulaşmıştı.
Şimdi Afrodit'in tapınağına gidiyordu,
kayıp olanı uğurlamak, sağ kalanın ruhunu onarmak için.
Elinde bir zeytin dalı vardı.
Saçına siyah tül bağlamıştı.
Gözleri kızarmamıştı artık. Çünkü ağlamak bitince göz, sadece boşluğa bakmayı öğrenir.
Tapınağın avlusuna girdiğinde rüzgâr hafifçe yüzünü okşadı.
Belki bir teselli, belki bir uyarıydı.
Ama kimse bilmezdi rüzgârın dilini iki denizin birleştiği yerde.
Thaleia, adak taşının önünde durdu.
Zeytin dalını bırakacak, ellerini kaldıracak,
"Onu bana geri vermedin ama huzur ver" diye fısıldayacaktı.
Tam o anda tapınağın kapısında bir gölge belirdi.
Önce rüzgâr kesildi.
Sonra kuş sesleri.
Thaleia dönüp baktığında,
kapı eşiğinde bir adam duruyordu. Yüzü güneşle yanmış, elinde yırtık bir kürek,
ama gözleri.
Ah o gözler.
Eşi Nikomachos'tu.
Thaleia'nın kalbi bir anlığına durdu.
Dünya küçüldü, tapınağın duvarları yok oldu, mermerler nefes aldı.
Kadın bir şey söylemek istedi ama kelimeler boğazından geçmedi.
Nikomachos birkaç adım attı, sonra durdu.
Karısının elindeki zeytin dalını gördü.
Yüzünde savaşta öğrenilmiş bir hüzün belirdi.
"Öldüğümü sandın" dedi kısık bir sesle.
Thaleia'nın dizlerinin bağı çözüldü.
Zeytin dalı elinden düştü.
Gözlerinden yaş boşaldı. Bu savaşın değil, mucizenin gözyaşıydı.
"Sen öldün sandım, oysa ben ölmüşüm" dedi Thaleia,
"Tapınağa seni uğurlamaya gelmiştim."
Nikomachos yaklaşarak onun ellerini tuttu.
"Ben denizde kayboldum, Thaleia" dedi.
"Ama senin yüzünü hatırladığım için geri döndüm."
Tapınağın gölgesinde iki insan duruyordu
Biri ölümden dönen,
biri ölümü kabullenmek üzere olan.
O anda Afrodit'in heykelinin mermer yüzünde parıldayan ışığı gördüler.
Sanki tanrıça bile yanlış anlaşılmış bir yazgıya gülümsüyordu.
Ve böylece Knidos, o sabah yeni bir hikâye daha yazdı.
Bir kadının yanlış yasını, bir adamın zamansız dönüşünü ve ikisinin arasına sıkışmış kaderin ince oyununu.
Derler ki, sevdiklerini savaşta kaybettiğini sanan kadınların gözyaşları, tanrıların bile kalbini yumuşatırmış.
(Paola Ceccarelli'nin Aretades of Knidos (BNJ 285) çalışmasından kurgulanmıştır)