Silifke’de tarihi eserler, antik kentler ve doğal güzellikler o kadar çok ki 7 yıldır geziyor ve dolaşıyorum ama henüz daha bitiremedim desem yeridir. Gezdiğim yerler başta Atatürk Evi, Kıbrıs Şehitleri Anıtı, Demirciler Mezar Anıt, Silifke Kalesi, Uzuncaburç, Olba Uygarlığı Kalıntıları, Adam Kayalar, Ayatekla, Cennet Cehennem Obruğu, Astım Mağarası, Narlı Kuyu, Kız Kalesi, Kızılgeçit, Aladdin Cami, Jüpiter Tapınağı, Cambazlı Kilise, Roma Tapınağı, Taşhan, Taşucu, Aslan Eyce Amphora Müzesi, Boğsak, Kum Mahallesi, Kuş Cenneti, Paradeniz, Göksu Deltası ve Taşköprü’dür. Çok güzel bir yer Silifke. Gez gez güzelliklerini doyamıyorsunuz. Binboğalardan (Toroslar) doğan Göksu Irmağı menderesler oluşturarak, Silifke Ovasına tüm bereketini katıyor ve nazlı bir gelin gibi süzülerek Akdeniz’e dökülüyor. Silifke’ye hayat veriyor, güzellik katıyor. Burada olduğum sürece ırmak kenarındaki 3 köprü arasında hemen hemen her gün 2 tur yürüyüş yaparak doktorların önerdiği on bin adımı tamamlıyorum. Zevkli keyifli bir yürüyüş oluyor. Gezemediğim yerler arasında Tokmar Kalesi, Kanlı Divane ve Mara Yaylası kaldı. Her yer buram buram tarih kokuyor. Turizme nedense pek açılmamış Silifke. Açılması gerek. Bu konuda çalışmalar var ama yetersiz. Taşucu biraz yerli turiste hitap etse de bu yeterli değil. Daha çok tanıtım ve uğraş verilmeli.
Eşimle birlikte Gülnar’ı hiç görmemiştik ve merakta ediyorduk nasıl bir yer diye? Benim gezginci, özgür ruhum yerinde pek durmadığı için hemen araştırma ve incelemeye koyuldum neresinde ne var , ne yok diye? Geçen hafta bugün bu merakımızı gidermek ve gezip görmek için Gülnar’a gittik. Silifke’ye yakın olduğu içinde tercih ettik bir ölçüde. İyi ki de gitmişiz. Dönüşte Gülnar Aydıncık yolunu kullandık. Bir huyumda, meraklı olduğum için geldiğim yolu pek kullanmam ve daha değişik yerler görmek isterim. Bin rakımlı Gülnar’dan aşağıya doğru inerken Bozağaç Köyünü geçer geçmez gözümüze ‘’ Menekşe Mağarası’’ tabelası ilişti. Hemen durdum tabi. Doğal ve içine doğru bir derinlikle girilebilecek sarkıt kireç taşlı bir mağara olmalı diye aklımdan geçirdim. Yanılmışım. Kapıdan içeri girdik ve bizi sevimli, güler yüzlü bir vatandaş karşıladı. Yerli Robinson Mustafa Öztürk ile tanıştık, konuştuk ve buranın ilginç öyküsünü bize anlattı: ‘’ Önceleri çobanların davar ağılı olarak kullandıkları bu doğal ini, 1990 yılında kendi gayretimle bu hale getirdim’’ dedi. Roma ve Bizans dönemindeki antik tarihi yapı taşlarını ve kaya oymacılığını örnek alarak, benzeterek mağarayı süslemiş. Emeğine sağlık Robinson Mustafa Öztürk. Kutluyoruz. Çok beğendik, güzel bir mağara yaratmış. Mağaraya yakın bir yerden geçen (Menekşe Deresi) derenin adını vermiş mağaraya. Neden burada tek başına yaşıyorsun dedim? O anlattı biz dinledik: ‘’ Çocukken hayvan yaymak, gütmek ve otlatmak için köyden buraya gelirdim. O günlerde bir gün burada yeşilliklerin içinde doğa ile baş başa yaşamın hayalini kurardım. Seneler sonra bu hayalimi gerçekleştirdim. Burası hayvan ağılı olduğu için kullanılmaz bir vaziyetteydi. Çalışarak burayı temizledim. Şu yan tarafı biraz daha oydum ve oda haline getirdim. Marangoz ustası olduğum için elimden her türlü iş gelir. Burada kedim, köpeğim ve balıklarım var. Şehir ve insan kalabalığından uzak mutlu bir yaşam sürüyorum. İhtiyaçlarımı köyden temin ediyorum. Tek başıma yaşadığım için adımın yanına lakap olarak Robinson diye taktılar. Ben de seviyorum bu lakabı. Kısacası benim hayat hikayem bu. Ha bir de şunu söyleyeyim siz Muğlalısınız, Marmaris’te çok çalıştım ben. Muğlalılara selam ve saygılarımı iletin lütfen.’’ Hayat öyküsü ve mağara bizi etkilemiş olarak, fotoğraflarını da çekerek oradan ayrıldık. Hoş ve keyifli bir gezi oldu. Anılarımızda Robinson Mustafa ve Menekşe Mağarası hoş bir anı olarak kalacak. Yolunuz o tarafa düşerse mutlaka uğrayın gezin görün derim. Robinson Mustafa’yla tanışın. Sizde çok seversiniz. Ömrü uzun olsun…
İyi gezmeler efendim…