MEYİSTAN

RUMUZ: MUTLU KÖŞE                                                                                                  

                                              MEYİSTAN

               Orda bir köy var uzakta

               Gitmesek de

               Tozmasak da

               O köy bizim köyümüzdür.

               Yıkılmış virane olmuş Meyistan Köyünü, Bağyakaya yönüne doğru giderken uzaktan bakınca Ahmet Kutsi Tecer'e ait her daim bu güzel şiirini hatırlarım. Görünce içim sızlar, hüzünlenirim. Oysa daha 40 yıl önce şirin mi şirin, yemyeşil bir köydü Meyistan. Bir zamanlar muhteşem mimarisiyle dikkat çeken bu köyde renkli bir yaşam vardı. Yatağan'ın tek Alevi köyü olarak kurulan, sonrada kaderine terk edilen köy, yaklaşık 180 yıllık geçmişin ardından ne yazık ki artık virane halde. Köy halkı, hayvancılık, kilim dokuma, zeytincilik ve odunculukla hayatlarını sürdürürlerdi. Hepsi de çok iyi insanlardı. Ayrıca geleneksel Türk yapı sanatının örneği olan evlerinin bahçe duvarları da renkli kayrak taşlarıyla süslü olup Osmanlı döneminden kalma güzel bir köydü. Genç nüfusun iş bulmak amacıyla şehir merkezlerine gitmesi, Termik Santralin yapımı ve köy yakınındaki göle kül barajı yapılması nedeniyle de köyden göç başlar. İş, aş, ekmek önemli. Bir kısmı yaklaşık 40 aile Yatağan merkeze, bir o kadarı Milas Koru Köyüne, bir kısmı da değişik yerlere dağılarak acı da olsa taşınırlar. Tabi arkalarında birçok anılarını ve arazilerini de bırakarak gittiler. Dalar, Sert, Biçer ve Biçen ailesinden birçok dostum arkadaşım vardır. Onlarla halen daha görüşürüz.  Umarım bu güzel köy, gelecekte restore edilerek aynen Şirince köyü örneği olduğu gibi turizme kazandırılır. Antik Karya yolu üzerindeki köy tamamen yok olmadan çalışmalar yapılmalıdır. Ayrıca köyde ''Kayıp Sultan Türbesi'' bulunmaktadır. Kimdir bilinmez? Köy, artık sessiz ve ıssız. Otların kapladığı yollar, canlı günlerin özlemiyle boynu bükük hüzünlü ve buruk. Bu sıcak yaz aylarında canlı olarak sadece çobanlar ve kaplumbağalar dolaşıyor.

                Atalarımızdan bize miras kalmış bu kadim topraklar üzerinde sadece Meyistan köyü değil eşimin doğup büyüdüğü antik Eskihisar- Stratonikeia, 10 km ötedeki Yeşilbağcılar (Gibye) ve Turgut-Lagina 'da aynı şekilde göç olayını yaşayan köylerdir. İlçemizde birçok antik Karya kenti vardır. Stratonikeia, Lagina, Panamara ve Hillirama gibi. Karia bölgesi (Karya), kuzeyde Büyük Menderes ve güneyde Dalaman çayı arasında kalan bölgeye verilen antik bir yerleşimin adıdır. Eskihisar- Sratonikeia antik kenti aynı zamanda aşkın ve gladyatörlerin şehridir. Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma İmparatorluk, Bizans, Beylikler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerine ait yapı ve kent dokusunun birlikte görülebileceği bir yerdir. Buranın antik dönemden kalma ve adını şehre verilmiş mitolojik bir öyküsü vardır:  

             Stratonikeia, M.Ö. 3. yüzyılda kurulmuştur. Bu tarihte Suriye kralı 1. Selekus eşi Stratonikiea'yı oğlu Antiokhos'a vermiş, Antiokhos da önce üvey annesi sonra eşi olan Stratonikeia adına Stratonikeia kentini kurmuştur. Suriye kralı Seleukos'un oğlu Antiochos amansız bir hastalığa yakalanır. Civardaki doktorlar, hastalığa çare bulamazlar, imparator, aynı zamanda aile dostu olan Erasistratos'u, oğlunun tedavisi için Kos (İstanköy) Adasından çağırır. Erasistratos birkaç hafta boyunca yapmış olduğu muayenelerde hastalığa teşhis koyamaz. Bir gün Antiochos'u muaye ederken eli kalbinin üzerinde iken içeriye kralın yeni evlendiği karısı Stratonikeia girer. Bu sırada Antiochos'un kalp atışları hızlanır ve vücudundaki değişikliği Erasistratos fark eder ve durumu anlar. Ancak krala oğlunun yeni evlendiği Stratonikiea'ya aşık olduğunu nasıl anlatacağını düşünür ve çaresini bulur. Krala çıkarak oğlunuzun hastalığını buldum, oğlunuz benim karıma aşık olmuş der.

                Kral çok şaşırır ve Erasistratos'a '' biliyorsun, Antiochos benim tek oğlum ve varisim bu durumda umarım eşlerinden birini oğlumdan esirgemezsin'' der. Bunun üzerine Erasistratos: ''Peki oğlun Antiohos benim eşime değil de yeni evlendiğin Stratonikeia'ya aşık olsaydı ne yapardın?'' diye sorar. Bu soru üzerine kral: ''Ben hiç düşünmeden verirdim.'' diye cevap verince,  Erasistratos: '' Bu halde sizin bana ihtiyacınız yok, oğlunuz yeni evlendiğiniz Stratonikeia'ya aşık artık aranızda bu olayı çözün'' der. Kral çaresiz onları evlendirir. Stratonikeia adında bu şehri kurar.

                                                                                                                                                                             Eskihisar köyü, 1952 yılındaki depremden sonra 1 km kuzeybatıya, civardaki kömür ocaklarının 1982'de işletmeye açılmasıyla da büyük bir çoğunluk 2 km daha batıya Saraçbaşı'na nakledildiğinden, antik kentin üzerinde bir yerleşim yoktur. Bu dönemde köyden 50 hane Çanakkale- Gökçeada'ya kendi istekleriyle göç ettiler. Köylünün elinden birçok arazi ve zeytinlik yok pahasına satın alınarak istimlak edildi. Köylü çok zor durumda kaldı. Kendilerine verilen parayla şehirden ev alamadıkları gibi Saraçbaşı'nda verilen arsaların üzerine acil olarak derme çatma dam türü evler yaptılar. Birçoğu gözyaşları içinde arkalarında bıraktıkları akraba, komşu ve köylüleriyle vedalaşarak yürekleri dağlı, acılı ve buruk bir şekilde başka illere gittiler. Acı, sanki bu topraklara has bir durumdu. Kolay mı insanın sevdiğinden, yurdundan ayrı kalması? Çileli yaşamları nedense bir türlü bitmiyordu. Bu kez depremden sonra birde kömür madeni kaderleri oldu. İnsanlar sevdiklerinden ayrı kalıyorlardı.   Eskihisar, Meyistan köyü gibi terk edilen bir köy olmadı. Göç eden, daha doğrusu göç ettirilen bir köy oldu. Eskihisar köylüleri, hep beraber bir araya gelerek kömür madeni dışında ellerinde azda olsa kalan arazi ve zeytinlikleri için yakın bölgelere taşındılar. Yeniden köylerini kurdular ve Eskihisar adını gururla yaşatıyorlar. Köylüler, şu an yaşamlarını Eskihisar köyü adıyla devam ediyorlar. Meyistan, adı ise gönüllerden silinmedi ama tabelada kayboldu gitti, şimdilik silindi. Canım Meyistan ne güzel bir köydün sen!  Adını bile özledik.

               Yıllar önce ilçemizde rahmetli babamla birlikte halı, kilim ve battaniye satışı işini yapardık. O dönemde köylülerin dokuduğu halı, kilim ve elişi ne varsa alır satardık. Bağyaka ve civarındaki köylüler, her hafta Çarşamba pazarına geldiklerinde dokudukları, ördükleri kilimleri bize getirip satarlardı. Bizde üzerine biraz kar koyup müşterilerimize satardık. O yıllarda Meyistan'da yaşayan Ali Nergiz adında bir amcamız vardı. Üç veya dört ayda bir iş yerimize gelir eşinin dokuduğu kilimi bize satardı. Sonra o parayla pazar alışverişini yapar, köyüne dönerdi. Son gelişinde; ''bir daha size gelip kilim satamayacağız gari'' dedi. Şaşkınlığımızı üzerimizden atar atmaz hemen sorduk: '' Ali amca ne oldu, bir kusurumuz mu oldu?'' dedik.  ''Hayır. Ne kusurunuz ola ki, Milas'ın Koru Köyüne göçeceğiz ailecek'' dedi. Üzüldük haliyle. ''Ali amca peki sen şimdi nereye gideceksin? Pazarını gör gel sonra birer kahve içer, sohbet eder, vedalaşırız ama önce şu başınızdan geçen hikayeyi bize bi anlatır mısın?'' dedim.  '' Küçük kızım Elif'e fistanlık (elbise) alacağım, dönüşte gelir anlatırım.''

Ali amca geldi ve öyküsünü anlatmaya başladı:

              Biliyorsunuz benim üç çocuğum var. En büyükleri Hüseyin, ortanca Cem ve küçük kızım Elif. Çocuklarıma ve eşim Gülcan'a çok düşkünümdür. Hüseyin dünyaya geldiğinde evde bayram havası yaşamıştık. Üç yaşına geldiğinde yirmi yıl önce ateşli bir hastalık geçirdi. Kusma, baş ağrısı, sayıklama derken biz bunun ne olduğunu bilemedik. Hemen Muğla'ya doktora götürdük. Doktorlar Hüseyin'e menenjit hastalığı teşhisi koydular ve hemen tedavisine başladılar. O yıl çocuklarda bu tür hastalık çok yaygındı. Ölümcül bir hastalıkmış meğer. Beyin zarının iltihaplanması sonucu birçok çocuk sakat kalıyordu. Yan odalarda kalan sakat çocukları gördükçe çok üzülüyordum. Oğlum için dualar edip bir ölçüde daha iyi olduğu için de kendi kendime tesellide bulunuyordum . Allahtan erkenden doktora götürmüşüz. Erken doktora gittiği için Hüseyin hızla iyileşti ama hastalığı kafada biraz hasar bıraktı haliyle. İlkokulu, orta ve liseyi orta derece bitirdi. İçine kapanık bir çocuktu ama çevresi tarafından sevilen biriydi. Köyde herkesin yardımına koşar ve onlarla iyi ilişkiler kurardı. Avluda üç beş keçimiz koyunumuz olurdu her sene ve onları dağın yamacında otlatmaya giderdi Hüseyin. Çok iyi saz çalıp türkü de söylerdi. Bitişik yan komşumuz Cafer'in kızı Yazgülü ile çocukluktan beri iyi arkadaşlardı. Yazgülü, Hüseyin'den iki yaş küçük olup oda küçükbaş hayvanlarını köyün çocuklarıyla birlikte otlatmaya götürürdü. Yazgülü, çok akıllı ve çalışkan bir kızdı. Cafer komşumuzla daha önceden dedemler zamanında kalma zeytinlikteki bir sınır olayı yüzünden aramız soğuk olsa da yine konuşur ve hiçbir şey olmamış gibi komşuluk ilişkilerimizi sürdürürdük. Gel zaman git zaman derken benim oğlanla Yazgülü birbirlerine sevdalanmışlar, aşık olmuşlar. Haberimiz yok. Hüseyin üç kez üniversite sınavına girmesine rağmen istediği bölüm mühendisliği tutturamadı ve kazanamadı. Yazgülü, ilk sınavda Edirne mimarlığı kazandı. Hüseyin çok üzüldü. Daha da içine kapandı. Yazgülü'nün sınavı kazanmasını sevindi ama bir yerde de onu büsbütün kaybetme korkusuyla da karşı karşıya kaldı. Olayın olduğu gecenin üç gün öncesi iki sevdalı Kayıp Sultan Türbesinde buluşarak konuşurlar ve Yazgülü; ''Hüseyin ben sınavı kazandım ama yüreğim sende en iyisi yarın sizinkiler gelsin beni ailemden istesinler. Nişan takalım bellilik olsun. Ben sensiz yapamam'' der. Oğlumda peki der.  Ertesi günü komşumuzun kapısın çaldık, kızı istedik. Cafer ağa bi türlü evet demedi. ''Benim kızım okuyacak olmaz'' dedi. Saygı duyduk, kalktık eve geldik ama oğlumuz için çok üzülüyorduk. Ne yapacağımızı bilemedik. Haliyle gençlerde çok üzüldüler. Ertesi gün yine Kayıp Sultan Türbesinde iki sevdalı buluşarak bu duruma bir çare ararlar ve sonunda kaçmaya karar verirler. Bizim bu durumlardan hiçbir haberimiz ve dahlimiz yoktu. Akşam olduğunda Hüseyin'de bir tedirginlik olduğunu sezdim ama kızı kaçıracağı hiç aklıma gelmemişti. Ortanca oğlum Cem'e ''Abine göz kulak ol gece mece kalkarsa haber verirsin'' diye de tembihledim. Tembih etmeme gerek yokmuş meğer. Gecenin geç saatinde korkunç bir ses ile avlu kapımız tak tak diye vuruluyordu. Cafer ağa elinde mavzer ile kapımıza dayanmış; ''Nerde senin o alçak, pis, hastalıklı mendebur oğlun Hüseyin iti Aliii''' diye bağırıyordu. Eşim Gülcan ve çocuklar şaşkın bir vaziyette apar topar giyindik ve bahçeye çıktık. ''Cafer ağa inan bilmiyorum. Bilsem söylerim. Ne yapacaksak beraber yapalım'' diye yatıştırmaya çalışsam da Cafer ağa; '' hayır size inanmıyorum. Size verilecek kızım yok benim. Ben size kızım okuyacak demedim mi? lanet herifler. Siz nasıl bir komşusunuz? '' diyerekten hakaret ederek saydırmaya devam ediyordu. Elim ayağım birden boşaldı. Sesleri, gürültüyü ve bağrışmayı duyan köylüler gelmeye başlayınca üzerine doğru yürüyerek '' Bak Cafer ağa tamam haklısın ama daha fazla birbirimizi kırmayalım, üzmeyelim, hırpalamayalım ve bir çare bulalım indir elindeki mavzeri '' deyince ayağıma doğru iki el ateş etti. Olduğum yere yığıldım kaldım. Herkes şok olmuştu. Bu sırada Hüseyin ile Yazgülü evimizin hemen arkasındaki damın içinden mavzerin sesini duyunca koşarak gelmişler. Hüseyin beni o vaziyette kanlı bir şekilde görünce büyük bir şok geçiriyor ve aklını oynatıyor. Çıldırıyor. Cafer ağanın üstüne Cem'le birlikte atılarak alt alta üst üste boğuşuyorlar. Köylüler araya girerek olayı yatıştırıyorlar. Beni de bir arabaya atarak Yatağan Devlet Hastanesine götürüyorlar. Kurşunun biri ayağımı sıyırmış geçmiş, diğeri de isabet etmemiş. Bu arada ölüm olmadığı için köyümüzün muhtarı ve ihtiyar heyeti geçmiş olsun bahanesiyle yanıma geldiler ve Cafer ağadan şikayetçi olmamamı istediler.  Kabul ettim ve jandarmaya şikayetçi olmadığımı söyledim. İki gün sonra da evime döndüm. Döndüm ama keşke dönmez olsaydım. İlk göz ağrım Hüseyin kafayı bozmuş ve ortalıkta deli deli dolanıyordu. Halen daha dolanmaya devam ediyor. Bizler sonradan öğreniyoruz. Yazgülü bohçasını hazırlarken anası fark ediyor ve eşini uyarıyor. Onlarda o gece kaçacaklarını tahmin edince tam olarak uyumuyorlar ve kuş uykusuna yatıyorlar. Yazgülü kapıdan çıkar çıkmaz onlarda kalkıyorlar kızı aramaya başlıyorlar. Çocuklarda onların kalktığını görünce fazla uzaklaşamıyorlar ve hemen damın içine saklanıyorlar. Cafer ağada doğrudan bize geliyor. Ve bu olaylar oluyor. Çok üzgünüm çok. Köyümüzün kalktığına mı yanayım, oğlumun deli olduğuna mı yanayım, konum komşudan olduk ona mı yanayım, hangi birine yanayım? Tek tesellim Cem ve Elif'im iyiler. Cafer ağalar Aydın Bozdoğan'a bağlı Alamut köyüne taşındılar. Şimdi de bizler Milas'ın Koru köyüne göçüyoruz. İnşallah orada mutlu oluruz. Olan Hüseyin'ime oldu. Zaten küçüklükten beri hastaydı marizdi. Delirmese iyiydi. Birde şuna seviniyorum. Yazgülü Mimarlık okuyor. Gelecekte köyümüzü yeniden ayağa kaldırır ve yeniden inşaa eder inşallah.

Hadi ben gidiyom. Haklarınızı helal edin gari.. sağlıcakla kalın.

            

YAZARIN DİĞER YAZILARI