RÜYA SATICISI

RÜYA SATICISI

Satılık rüyalarım var, satılık rüyalarım var, doğru mu duyuyorum diye düşünürken rüyalarım var kimseye anlatılmamış, gün yüzü görmemiş, satılık rüyalarım var diye usul usul söylenerek geçti önümden. "Dur" dedim arkasından bekle, "bir rüya istiyorum". Hızlıca Arkasına dönerken, rengârenk çiçekli bol kesimli elbisesinin etekleri de döndü, sonra kırmızı sandaletlerinin üstüne dökülerek durdu,  darmadağınık kızıl saçları omuzlarında, kolunda küçük bir sepet, kapkara gözlerini gözlerime dikince bir kuyuya çekiliyorum sandım, arkasından şıkır şıkır delisek bir gülüş geldi o bakışlara. Her parmağında farklı bir yüzük olan elinin iki parmağını sepete daldırdı ve "al dedi bu senin rüyan". Mavi jelatinli minik bir paket bıraktı avucuma ve elini parmaklarımın üzerine kapatıp bir süre tuttu öylece, sonra gözlerini gözlerime dikti "çok istemiştin bu rüyayı" dedi.

Birden bire elini çekince, sallanan elimi diğer elimle yakalayıp göğsüme bastırdım, o kahkahalarla eteklerini, sepetini savura savura uzaklaşırken. Arada dönüp dönüp baktı, uzaklaştıkça delici bakışları sanki gözümün içinde parladı.

İçim içime sığmıyordu, avucumdaki paket mi büyüyordu yoksa yerinden çıkacakmış gibi çarpan kalbim mi yukarı kaldırıyordu elimi belli değil. Bir pısss sesi geldi, nereden geldiğini çözmeye çalışırken elim havaya kalktı, mavi jelatinli paket büyüdü, büyüdü ve mavi bir bulutun üzerindeyim. Sanki ata binmişim ayağımı uzatsam şu evin önünde inebilirim derken at durdu. Ama ben hiç ata bindiğimi hatırlamıyorum, yanlış hatırlıyorum galiba, üstümde binici kıyafetleri çizmelerim falan, at yarışları yapılıyor, inmeye davranıyorum maviler giymiş bir görevli beliriyor "yarış başlıyor çabuk olun" diyor. Her şey mavi, kenardaki ağaçların gövdeleri ve dalları lacivert, yaprakları koyu mavi, çiçekleri bulut mavisinin tonlarında karşısındaki ağaçların çiçekleri turkuaz ve boncuk mavisi.

Atla birlikte bir bahçe kapısından giriyorum kocaman bir piknik alanı, hareket halinde büyüklü küçüklü bir sürü mavi insanın arasından geçiyorum. Elimde bir mavi pasta, bunu hatırlıyorum dün okuduğum hikayedeki* scotty'nin pastası bu, annesi babası oturmuş pastacıyla sohbet ediyorlar scotty'e gel oğlum önce pastanı ye diyor annesi, birden seviniveriyorum scotty ölmemiş. Şirinler el ele tutuşmuş bir ağacın etrafında dönüyorlar. Ben birini arıyorum diyorum adını hatırlamıyorum ama kendisi gözümün önünde, ha o mu kapıdan çık sağdan üçüncü ev diyorlar.

Bakımsız bir evin önündeyim, kapıya yaklaşıyorum içeriden yabancısı olmadığım sesler geliyor, pencereden başımı uzatıyorum annem ve babam ocağın başında oturmuşlar beni görünce başlarını çeviriyorlar, bunlar kavga etmişler belli bir tuhaflar, hem çok yakın hem çok uzak görünüyorlar. Orada olmak istemiyorum, aradığım onlar değildi ama kimdi onu unuttum, zaten bu ev de üçüncü ev değil.

Karşıdan koşarak birisi geliyor yarışlar bitmiş ben kazanmışım, tören için bekliyorlarmış tamam geliyorum diyorum. Yarış alanı karşıda görünüyor ama çok sıkıştım bir tuvalet bulmam lazım, sabah o kadar çayı içersen olacağı buydu diye söylenirken önüme çıkan pembe otele giriyorum, bütün katları dolaşıyorum tarif edilen tuvaleti bir türlü bulamıyorum, bulduklarım da uygun olmuyor.

Üçüncü evin bahçe kapısındayım, kocaman bir bahçe ev bir hayli içerde, kapının el şeklinde iki  tokmağı var, büyük olanını çalıyorum, çalıyorum...

Uzaktan bir ses kilitli değil aç da gel diyor, kapıdan giriyorum dantelli bir elbise var üstümde, bu da ne şimdi diyorum bir bahçede üstümde şıkır şıkır bir elbise.

Birisi fısıldıyor "bak karşıdan prens geliyor atına binmiş de" diyor. Mavi bir ata binmiş bir prens "ama o benim atımdı" diyorum, binicisi gelmeyince ona vermişler diyorlar. Prens geçip gidiyor, kızıyorum biraz, benim atımı almış diye çok ta ilgilenmiyorum, şimdi daha önemli işlerim var eteklerim çalılara takılıyor onları kurtarmakla meşgulüm.

Nihayet evin kapısına varıyorum, elinde bir buket çiçekle bir kız çocuğu bekliyor yanındaki kadın, "hani prens nerde" diyor ne prensi diyorum canım burnumda. O senin prensindi senin için gelmişti diyor kadın, bi kere prensler beyaz atlı olur, onun atı maviydi üstelik te benim atımı almış diyorum. Kız çocuğu yavaşça elimden tutup sürüklüyor. Bir okulun kapısındayız vakit çok erken gün yeni ağarmış, merdivenleri çıkıyoruz beraber, gülümsüyorum o yaştaki ben'e o da gülümsüyor, ikimiz bekliyoruz diğer çocukların  gelmesini.

 Başka bir uzun merdivenin ortasındayım, merdivenin yarısı evin içinde yarısı dışarda dışardaki bölümdeyim kız kayboldu, elimde kâğıtlar resimler var, yırtıp yırtıp atıyorum merdivenin boşluklarından, uçuşup derenin suyuna karışıyorlar, çok öfkeliyim ama ağlamıyorum. O sırada uzaktan bir silah sesi ve sopa sesi aynı anda geliyor, birini dövüyorlar vuranın ve sopasının sesleri gittikçe yaklaşıyor dövülenin hiç sesi duyulmuyor.

Bu arada gece olmuş tuhaf bir gece, gökyüzü kıpkırmızı, ağaçların arkasından kocaman pembe bir ay çıkıyor, pembe ay da güzelmiş, pembeyle kırmızının geçişi çok sert olmuş kuru fırçayla yedirselermiş renkleri, hem neden her zaman böyle değil diye geçiyor aklımdan.

Evraklar dosyalar arasında kaybolmuş bir kadın var masasına çay bırakıyorum, mavi bir zarf tutuşturuyor elime "bunu götür sahibine ver diyor"," sahibi kim" diyorum "üstünde yazıyor" diyor, zarfın üstündeki yazılar birbirine karışıyor okuyamıyorum, zarfı cebime atarken elime bir şey takılıyor gözlüğüm, tabi ya gözlüğüm olmadığı için okuyamadım yazıyı.

Çok açım, etrafta da yiyecek içecek bir şey görünmüyor ama bir koku geliyor yakında bir fırın veya pastane olmalı kokuyu takip edip pastaneyi buluyorum. Scotty'nin annesiyle babası hala oradalar beni de çağırıyorlar beraber yiyoruz mavi pastadan, scotty nerde diyorum, araba çarptı hastanede diyorlar. Pastanenin aynasından kocaman mavi gözlüklü bir kadın bakıyor gözlerime ama varmış gözlüğüm diyorum, mavi gözlüğü çıkarıp cebimdeki gözlüğü takıyorum zarf aklıma geliyor. Üstünde bizim evin adresi var alıcısı "rüya satıcısı". Sözcükleri okuyunca aynı anda o delisek gülüş çınlıyor kulaklarımda ve de kapkara gözler.

Balkondaki koltukta içim geçmiş, elim göğsümde, avucumda mavi bir sakız biraz erimiş ve balkon demirlerine gerili iplere astığım mavi nevresimlerin çarşafı, ters rüzgârla önümdeki sehpanın üstüne gelmiş.

Rüyanda bile gidip kendi evini buldun ya ne diyeyim, bir daha ki sefere rüyamı ben seçmek istiyorum o sepetten. Kıpkırmızı belki de pembe olur, beni yaşadığım yerden ve de kendimden çekip çıkaracak bir rüya, o zaman da kayboldum diye kendimi aramaya mı çıkarım bilmiyorum.

 Fatma Ayhan 27 Mayıs 2024

*Raymond Carver 'in  Katedral kitabındaki "Küçük, iyi bir şey" hikayesi

YAZARIN DİĞER YAZILARI