SIRLARIN DÖKÜLMESİ

Sehpanın üzerinde ışıl ışıl parlayan, kobalt mavisi, kavis çizerek yükselen dikdörtgen bir vazo var. Bir yüzünde vazonun önüne geçmeyen, uçuk renklerle anka kuşunun kendini yeniden yaratmasını simgeleyen bir resim ve arkasından diğer yüzlere geçen minik mineler işlenmiş küçük dallar var. O kadar ince bir işçilik ki dünyada ne kadar sabırlı insanlar var diye düşünüyorum ve hemen aklıma onu sehpadan kaldırmak, daha güvenli bir yere koymak geliyor. Ama en güzel de orada duruyor.

Kolumun altında kitabım, elimde telefon, diğer elimde çayım ve kurabiyemin olduğu tepsi, ayağımla kapıyı açarken biraz sallandı ama zararsız bir sallanmaydı. Tepsiyi sehpaya koydum yerime yerleştim ve kitaba yer açmak için tepsiyi biraz ittirmem gerekti ve o benim birazla ifade ettiğim hız son sürate dönüşüp vazoya, ne olduğunu anlamadan vazo sehpanın köşesine çarpıp yere yuvarlanırken bir parçasını köşede bıraktı.

Anka kuşunun kanatları ve minik yavrular sehpadaki parçada kalmış, iki büyük parçası yerde yatıyordu.

Vazoyu kaldırdım kuşun kanatları yoktu, kanat tamir edilir mi?  Hareket halinde olması gereken bir uzuv, tamamını yapıştırsam kanatlar açılamaz söylenmelerimi bırakıp olduğu kadarıyla yapıştırdım. Arkası duvara gelecek şekilde kitaplığın üstüne koydum.

Ortada değildi ama gözlerim hep onu arayıp buluyordu ve arkasını çevirip bakmak geliyordu içimden, sanki hastaymış ta iyileşmiş mi? diye kontrol ediyorum. Her seferinde yeniden tamir etmeyi düşünüyordum, o artık kendini yaratabilecek bir kuş olmaktan çıkmış, zavallı bir kuş olmuştu, ona her baktığımda mavilerin döküldüğü yerlerden görünen alçı parçalarıydı ilk dikkatimi çeken.  Üstteki mavinin altındakini görünce anlam değiştirdi, o güzelim kuş.

İnsanlarda da öyle değil mi? Kılık kıyafeti, bulunduğu yer itibariyle farklı bir imaj çizen ama bir gün dili dolanıverince, eteği bir yere takılınca ve sıkıştığı anda üzerinde sonradan yaratılan ben 'in korunması gerektiği unutulduğunda üstündeki sır dökülüveriyor.

Bazen sadece küçük bir dokunuş yetiveriyor, onca gayretle inşa edilen o örtünün kalkmasına. Ve o zaman başlıyor söylenmeler, bazen orantısız yüklenmeler. Ya o zaten eskiden de öyleydi, uzun zamandır kendine yeni bir imaj çizmişti de üzerinde o kalıp varken kimse bir şey diyemiyor, ilk kim dokunacak diye bekliyordu gibi.

 İnsan bir kere görünce işin iç yüzünü, yok sayamıyordu. Acabalar geliyordu arka arkaya, altından başka bir şey daha çıkar mı, saklanan gizlenen daha neler var? diye.

Hayatımızın en hassas özelliği olan güven duygusu bir kez zedelenince tamiri mümkün olmuyordu, parlaklık gözü kamaştırırken, arkasından gelen içi nasıl acaba cümlesi gölge düşürüyordu o parlaklığa.

Vazoya gelirsek, aynısını bulamam belki ama yenisini alabilirim, onun yapacağı işlevi yapar. Öbürünü farklı ve özel kılan, 0nunla olan anılarımızdır. Birisi onu çok beğenmiştir, en sevdiğimiz birisi geldiğinde, içine koyduğumuz mimozaların kendisi için olduğunu fark etmiş, çok mutlu oldum bakışıyla bakmıştır gözlerimize. Onu kimin hediye ettiğinin veya arayıp, bulup satın alışımızın bir hikâyesi vardır. Onun için tutarız zaten arkası dönük te olsa, o da kendini özümsesin ve bize de kabullenme zamanı tanısın, her an her şey olabilirin hatırlatıcısı olsun diye.

İnsanları yeniden yaratmak, yerine bir başkasını koymak mümkün değil. Dökülen sırlarını toplamasına yardım edip o haliyle değerlendirmek, kabul etmek ve onlarında kendilerini kabul edip gelişmesine yardımcı olmak mümkündür belki.

Fatma Ayhan 23 Şubat 2025

YAZARIN DİĞER YAZILARI