ÜSTÜMÜZDEN ATAMADIKLARIMIZ

Yaprak Dökümü dizisi vardı bir zamanlar ve onun Leyla'sının üstünden hiç çıkarmadığı pembe mantosu. Onunla bütünleşmişti, sanki onun içine saklanıyordu.

Bizde egolarımıza sarınmış bir türlü çıkarıp atamıyoruz, hâlbuki bir atsak üstümüzden, bünye daha çabuk uyum gösterecek şartlara. Her ne kadar dışardan birine sormak gerekse de kendimi hırslı, egosu yüksek bir insan olarak tanımıyorum. O ego denilen şey bazen bir yerlerden başını çıkarır gibi oluyor, hemen ne oluyor?  Nereye yolculuk? Diyorum, pısıp oturuyor.  O yerine oturunca balkondaki kuşun sesini duyuyorum, yandaki fırından mis gibi simit ve ekmek kokuları geliyor, uzun zamandır çay içmediğimi, çiçeklere su vermediğimi fark edip ocağa çay koyuyorum.

Bütün bunlar egonun azıcık başını çıkarmayı başardığı zamanlarda hayatıma sızan küçük diye niteleyebileceğim olumsuzluklar, tümden çıkarsa hayatımı alt üst edecek. Sadece, yaptığımın daha iyisini yapmak konusunda serbest bırakıyorum kendisini o da hevesini alıyor.

Bu yaşta hangi ikbalin, hangi terfiinin peşinde koşayım kendimle yarışmaktan başka. Hoş eskiden de bilmezdim bu işleri. İktidarın el değiştireceğinin anlaşıldığı seçimin ertesi günü, iş yerime gittiğimde terfi ve atama bölümünden bir arkadaşım sevinçle karşıladı beni "sana şef kadrosu verdik"  dedi,  "neden" "boş kadroları doldurduk gelenlere kalmasın diye" "Ha dedim yıllardır karşı odadaki arkadaşını görmedin, bu gecenin karanlığında göründü gözüne öyle mi"? "Şeflik falan istemiyorum kadronuzu da alın üstümden", deyince şaşkın şaşkın gittiği Daire Başkanının odasına beni de çağırdılar. "Hazır kadro verilmiş niye istemiyorsun" dediler, "beni zaten bilen bilir, son gün kadro aldığım için tarafımın bilinmesi değil derdim" dedim akıllarından geçeni cevaplayarak, "daha önce verseydiniz hak ettiğimi düşünerek teşekkür ederek kabul ederdim" dedim. Bir süre süründükten sonra aldılar kadroyu. Dedim ya bu işleri hiç bilemedim bilmek te istemedim.

Yıl 1993 veya 1994 olabilir, başka bir iş yerinde genel müdürlük özel bürosunda çalışıyorum. Bütçe görüşmeleri zamanı, yan ödeme katsayısının mı, kendisinin mi artırılması için memurlar eylem yapmaya karar veriyor. Genel müdürlük binasının önünde toplanmaya başlayınca ben de indim aralarına, birinci kattaki benim odam, danışmanın odası ve ikinci kattaki  Genel Müdürün odası toplanma alanına bakıyor. O tarafa yukarı hiç bakmıyorum, arkadaşlardan birisi konuşuyor, biz de alkışlarla destek veriyoruz, bizim katın görevlisi yandan yandan gelip yukarıdan çağırıyorlar diyor, gelmiyorum diyorum. Nihayet eylem bitti odama döndüğümde masamda kocaman bir liste beni bekliyordu, eyleme katılanlardan tespit edilebilenlerin savunması istenecek. Savunma istek yazılarını hazırladım en üste de kendi yazımı koydum. Beklediğim üzere hemen çağrıldım bu nedir diye, "o eylemde ben de vardım" "ben sizi görmedim" isimleri saydım, "bu kişilerin yanındaydım" dedim. Sonra o yazılar imzalanarak geldi, benim ve saydığım kişilerin yazıları yoktu. O olay fazla kimse zarar görmeden kapandı sadece konuşmayı yapan arkadaş aynı il içindeki bölge müdürlüğüne gönderildi.

Düşünüyorum da hala değişen bir şey yok, ağzını açanın susturulması gerekli kuralı devam ediyor. Toplam 15,20 dakikalık bir konuşmayı niye engellemeye, cezalar vermeye kalkarsın. Ama orada da büyüklerin egosu devreye giriyor ben varken sen nasıl böyle bir şey yapabilirsin diye, onun altındaki başka bir ego gösteriside yukarıya duyurmadan hallederim ama benim hallettiğimi de bilsin, bir kör döğüşüdür gidiyor.

Şu sıcak günlerde üstte bir şey taşınacak gibi değil, çıkarın atın egoları, biraz omuzlar düşüyor ama sonra iyi geliyor, kasmak zorunda olmaktan yorulan kasların gevşemesi. Hatta yüz kasları gevşeyince güler yüzlü bile görünüyor insan. Beyin de dinleniyor küçük, büyük hesapların peşinde koşmaktan, hele o basit hesaplar yok mu? Onlar daha çok yoruyor.

Bu sabah gökyüzüne bakınca, yetişmeliyim bulutları kaçırmadan dedim ve yetiştim. Güneşin bulutlarla kurduğu oyunun, denizde ve havada yansımalarının peşine düşünce, bırak egoyu ayakta terlik bile kalmamış. Öyle hafiflemişim ki haydi denizde ki tuzlu sudan ve yüzmekten diyelim eve kadar olan yolu yürürken de sanki birkaç kilo vermişim gibi hissettim.

O hafiflemişlik duygusuyla eve adım atınca kendimle yarışımı başlattım, akşamdan şekere yatırdığım şeftali reçelinin ve çaydanlığın altını yakarak. İkinci çayla birlikte sebzeleri çıkarıp yemek yapmaya başladığımda program hızlı ilerliyordu, bu da evin rutini erken bitecek ve ben kendi rutinimde gezinmeye başlayacağım demekti.

Günün dersi: Küçük, büyük, özellikle basit hesaplar kapatılacak, koşulacaksa güneşin ve bulutların peşinde koşulacak, kasıntı haller egoları artık taşınmayacak, kaslar gevşesin ki görüş mesafesinin açılmasına, suyun kaldırma kuvvetine ve ayakların yürüme hızına katkıda bulunabilsin.

 

 

Fatma Ayhan 2 Eylül 2024

  

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI