Gece yarısı otobüsün ışıkları birden yanıp, uyuyamayanlar ve zoraki uyananların sersemlemiş bakışları arasında, kontrol noktasındaki jandarma kimlikleri toplayınca, herkes birbirine baktı önce, aklındaki soru işaretiyle. Sonra, gözler yavaşça jandarmanın biraz fazla oyalandığı, ortalarda arka arkaya oturan saç sakal karışmış, küçük valizleri ayaklarının altında duran gençlere çevrildi. Aslında; "şu anda yaptığım ayıp, nerden biliyorum onun şüpheli olduğunu, öyleyse niye bakıyorsun çevir başını" iç sesiyle başını çevirdi ama kulaklar tetikte.
Tek koltuk bulamayınca mecburen ikili almıştı, yanına kimin oturacağının tedirginliğiyle. Son anda yetişen bir öğrenci binmişti, pencere kenarı koltuğa. Bir merhaba deyip bilgisayarının başına geçmiş, yarım saat sonra da kabanına sarınıp uyumuştu, hiçbir mola yerinde inmeden, bu iyiydi en azından gereksiz konuşmalardan kurtulmuştu. Bir keresinde bebekli bir genç anne vardı yanında, yorgunluktan uykusuzluktan bitap düşmüş, sürekli bebek düşer mi endişesiyle onu takip etmiş, sonra dayanamayıp kucağına almıştı bebeği.
Yanındaki genç kızı uyandırmış, o şaşkın bakışların durumu kavraması biraz zaman almıştı. Uzun mu, kısa mı olduğu belirsiz bir süreden sonra muavin orta kapıdan binmiş, elden ele geçirelim diye kimlik kartlarını en arka sıradakine vermişti. Küçük kıpırdanmaların "şu alttaki benim ver abim, o değil alttaki, üstteki" söylenmeleri arasında dört kimlik ona ulaşmıştı. Yanındakine verdi, iki kartı öne uzatıp teyze diye başlayacakken durdu, gözü doğum tarihine ilişti kendisinden beş yaş küçüktü, hayretle kadının otobüse geliş şeklini hatırladı. Oğluyla geldiği arabadan zorlukla inmiş, başında fes, onun üstünde çenesinin altından dolaştırdığı başörtüsü, yeleği, altında dizlerinde biten çiçekli pazen entarisi, onun altından çıkan başka bir çiçekli pazenden yapılmış uzun donu, çorapları ve ayaklarında yabancı duran yeni ayakkabıları. Elinde bastonu ve oğlunun sonradan sırtına koyduğu büyük kareli şalıyla, oğlu valizini bagaja verinceye kadar bekleyen kadını kıyafeti ilginç geldiği için incelemişti. Önündeki koltuğa yerleşince, oğlu şoföre nerede indireceğini tembihleyip gitmişti. Havada duran elindeki kartları kadının yanındaki orta yaşlı kadın almıştı.
Elini çekip çantasının üstüne koyduğunda, kadının kıyafetine ve hareketlerine bakmaktan yüzüne pek bakmadığını, genel olarak yaşlı bir kadın görüntüsü aklında kaldığı, koltuğuna oturunca şalını kafasına geçirip örttüğünden yüzünü göremediği, görmek için de bir gayreti veya merakının olmadığını fark etti.
Kadın bir süre aklına takıldı, sonra otobüsün salınımında ne zaman uyuyup uyandığı belli olamayan bir uykuya kapıldı.
Bu sefer ışığa eşlik eden bir sesle uyandı, "sayın yolcularımız aracımız dinlenme tesisine gelmek üzeredir mola süresi yirmi dakikadır". Yanındaki öğrenci, gözünü kulağını yarı aralayıp kabanına iyice sarındı uykuya devam etmek için.
Montunu sırtına alıp adımını attığında, öndeki kadın kıpırdanmaya başladı, etrafına bakındı yardım isteyeceği birini aranıyor, "ben yardım edeyim size" diyerek koluna girdi kadının diğer elindeki bastonun da yardımıyla aşağı indirdi. "Tuvalete mi gideceksin teyze"? diyecekken yutkundu, "evladım sana zahmet olacak ya bi götürüver" dedi. Beraber gittiler onun şalını ve bastonunu tuttu içerdeyken. Aynada kendi görüntüsü takıldı gözüne, saçları biraz yamulmuştu üç gün olmuştu kuaföre gideli, yeni boyatmış üstlere bir koyu tondan renk attırmıştı ara ara, nasıl olsa yola çıkıyorum diye aldırmamıştı yıkaması gerekirken. Biraz rimelleri akmış, uykusuzluktan rengi biraz kaçmıştı. İşte o zaman gördü yanındakinin aynadaki görüntüsünü.
Kaşlarını çatmış iki kaşının arasında iki derin çizgi oluşmuştu, ağzının iki yanında aşağı doğru yönelmiş çizgiler de kalındı, bakışlarda bir tedirginlik yanlış mı yapıyorum, yoksa yaptım mı sorusu? Yanakları biraz soğuk yanığı kırmızısı, fesinin altından çıkan uçlarında kınaları kalmış kırlaşmış saçları yüzüne yapışmış.
"Nereye yolculuk" dedi,
"İki aydır bu oğlumun yanındaydım şimdi Ankara'da oturan kızımın yanına gidiyorum" dedi
"Bu soğukta çıkmasaydın havalar ısınsaydı biraz" deyince yüzüne bir bulut düştü
"Herkeste iki ay kalıyorum, oradan da çorumdaki oğlumun yanına yollayacaklar, öyle dönüp duruyorum işte" dedi ağlamaklı bir sesle.
"Kendi evin yok mu"? dedi zorla oturttuğu masada çay içerken.
"Köyde bahçeli bir evim, tarlam vardı, hepsini sattılar, yalnız başına buralarda ne işin var, biz sana bakarız dediler, bakmaları da buymuş" derken ağladı ağlayacak, öyle her önüne gelene her şeyini anlatacak gibi de durmuyor ama canına tak etti belki de.
Otobüsün kalkış anonsu başlayınca kalktılar, kadının koluna girdi "sağ ol kızım Allah ne muradın varsa versin" dedi yerine otururken.
Işıklar söndü yolcuların çoğunluğu uyku pozisyonuna geçti, birkaç kişinin telefon ışığı yüzlerine yansıyor, yanındaki hala uyuyordu.
Uyku ondan gideli çok olmuştu, kadının koluna girdiğinde kendini bırakıverişi takılmıştı aklına. Kendini oradan oraya taşınan bir eşya gibi görüyordu belki de. Bütün varlığı bir valize sığıyor o valizdekiler henüz bir yere yerleşememişken yeniden toplanıyor yine yollara düşüyordu. Kendini rahat hissettiği bir ev vardır mutlaka ama süre dolunca hemen gönderildiğine bakılınca onlar rahat değillerdi. Göçebe gibi bir hayat, göçmenlerden ne farkı var ki? Evini barkını bırak düş yollara, göçmenden terk farkı gideceği ve sınır dışı edileceği yerler belli. Zorunlu bir göçmenlik hali.
Öndeki kadın da görüyordu şimdi bahçe içindeki o güzel eve gittiğini. Çiçekleri karşılardı onu, onlara dokuna dokuna açardı kapısını, sobayı yakar, üstüne çaydanlığını koyar, gelirken bakkaldan aldığı ekmeği sobanın üstünde kızarırken evini kucaklardı şöyle içinden dışından. Ne mutluluktu evin herhangi bir yerinde gönlünce oturuvermek, yeri geldiğinde sere serpe uzanıvermek, sabahları komşusuyla kahve içip sohbet etmek, tavukları bahçede dolaşırken.
Kendi duygularına, alışkanlıklarına göre yaşamak, konuşsam mı? sussam mı ? diye düşünmeden.
Öndeki kadın şöyle bir hareket etti canlı canlı, sırtı dikleşti sanki uzanıp bir baktı uyuyordu, rüya görüyordu dudaklarında bir gülümseme.
Kendini düşündü; kendi evinde istediği gibi kim ne der kaygısı olmadan rahatça yaşıyor, canı sıkılınca süresini ve zamanını kendi belirlediği yerlere gidiyordu, elinde keyifle hazırladığı valiziyle. Çocukları torunları geliyordu elbette ama ev onun evi, düzen onun düzeniydi. Zorunluluk hali olmayınca o da mutluydu çocukları ve torunları da.
Herhangi bir şeye sahip olmak pek te umurunda olan bir şey değildi ama yaşlandıkça bir eve sahip olma duygusu önem kazandı, evin sahibi olmayabilir, kiralık da olabilirdi ama evin içinin sahibi olmak önemliydi. Özgürlük ve hala yapabiliyorum duygusu o ev içlerinde gelişiyor ve dinç tutuyordu insanı.
Önündeki kadının omuzları yine çökmüştü şalının altında, rüyası bitti demek ki arkaya dönüp "daha çok var mı kızım" dedi, "az kaldı ben seni indiririm, kızın gelinceye kadar beklerim "dedi o gözlerine minnetle bakarken.
Fatma Ayhan 20 Ocak 2025